Kış kendini hissettirmeye, rüzgâr olanca gücüyle ladinleri titretmeye başlamıştı. Ladinlerin oluşum biçimiyle kasvetli halleri o rüzgârlı akşamda kat kat artıyordu. Kar yağmaya yeni yeni başlamasına rağmen ortalık neredeyse bembeyaz olmuştu. Şiddetli rüzgâr karla birleşip çok güçlü fırtına yaratmıştı. Gökyüzü kıpkırmızıydı, sanki Tanrılar o gece beyazlar içerisindeki ayı özel olarak ısıtmış, kızartmışlardı.
Karlar toprak üzerinde yarım metrelik bir yükseklik oluşturduğu sırada, Tyranser yaşlı gıcırdayan sandalyesinde oturuyordu. Penceresinin küçük çatlağından içeri girmeye çalışan havanın sesini dinlerken bir yandan da önündeki parşömen parçasına bir iki not alıyordu. Beyaz kartal tüyünden kalemini, siyah mürekkep hokkasına batırdıktan sonra elini çenesine götürüp, aklında bir şeyler geçirdi ve mırıldandı; tüy kalemini hokkadan çıkartıp dışarı mürekkep akmasında diye artıkları hokkaya sallarken.
O akşam da diğer akşamlar gibi sıradan geçiyordu Tyranser için, tek fark tipinin haddinden fazla şiddetlenmesiydi. Fakat ayın aldığı bu renkten hiç mi hiç haberi yoktu yaşlı büyücünün. Kızıl ayın beraberinde getirdiği kötülükler hakkında yeterince bilgisi vardı oysaki. En yakınındaki insanları da bu gibi gecelerde kaybetmişti neticesinde, bu uzun sakallı bilge büyücü…
Tyranser hayatta bir asırdan fazla zaman harcamış olmasına karşın hala ayakta dimdik durabilen, insanların saygı gösterdiği gri saçı ve sakalı birbirine karışmış yetenekli bir büyücüydü. Yıllar öncesinden tıraş olmayı bırakmış, sakallarıyla birlikte teninde çıbanlar çıkmaya başlamıştı. Zaten çirkin olan yüzü artık daha da kötü olmuştu. Gerçi yaşlı büyücünün bundan daha önemli düşünecek konuları vardı. Her ne kadar güçlü ve saygın büyücü olmasına karşın, bazı şeylerden korkuyordu ve en önde de ölüm geliyordu. Bu korkusunu kimseyle paylaşmıyordu çünkü emindi bu korkusunun insanlar tarafından bilinmesi üzerinde olan saygınlığı yitirmesine neden olacaktı. Gerçek güçlü bir büyücü ölüme her zaman ‘Merhaba’ diyebilmeliydi ondan korkmamalıydı; çünkü ölüm bir son gibi görünüyor olsa bile yeni bilinmeyen maceraların giriş biletiydi. Korkusuz büyücülerin merakla beklediği maceralara… Kendi aralarında hep tartışmalara yol açmıştı bu bilinmezlikler. Tabi Tyranser için değil, o kendini bu tartışmalardan uzak tutmuştu.
Ayağa kalktı ve cama doğru yöneldi. Rüzgarın tiz sesiyle beraber kulağına dışarıdan sesler geliyordu. Çeşitli ayak sesleri, mırıldanmalar.. .Gerçi bunlar Tyranser için normal seslerdi, o bunları her akşam duyuyordu. Bir ormanın hemen yanında yaşadığı için orman canlılarının seslerine alışıktı. Tipiden dışarısı iyi görünmediği için çıbanlarla kaplı burnunu cama dayadı ve dışarıyı inceledi. Her yer bembeyaz, tipi çok şiddetliydi. Görüş mesafesi en fazla bir metreydi. Ancak buna rağmen Tyranser ayın aldığı bu renk değişimini fark etmesi geç olmadı. Yüzünü gökyüzüne çevirdi ve korkulu gözlerle aya odaklandı. Gözünden bir damla yaş süzüldü yanağına kadar ve aşağıya doğru atladı. Tyranser, damla yere vurana kadar gözüyle takip etti. Güçlü bir çarpma sesiyle yere düştü damla...
Asasını ani bir şekilde çıkarttı ve keskin gözlerle damlanın düştüğü zamanla aynı ana denk gelen kapı patlamasının nedeni olan büyücülere dikti gözlerini. Yavaş yavaş korktuğu başına mı geliyordu yoksa? Hayat onun için yüz on yıldan mı ibaretti?
*
Kapıdan yavaşça içeri giren Vanemicus ve Zolankor'da asalarıyla konsantre olmuş bir biçimde ona bakıyorlardı. İçerisi soğumaya başlamıştı. Patlayan kapıyla birlikte tipi evin içine doluyordu. Gelen iki yabancıyı Tyranser çok iyi biliyordu, hayatında ilk defa karşılaşmasına rağmen. Bu iki yetenekli büyücü hakkında bir çok efsane duymuştu; kötü şeyler çok kötü şeyler… İki büyücünün de üzerlerinde siyah cüppe vardı dışarıda kar yağmasına rağmen hiç kar kalıntısı kalmamıştı. Tyranser'in konuşarak kaybedecek zamanı yoktu, asasını sanki kırbaç sallarmış gibi salladı. Asasının ucundan mavi ateş süzüldü. Asadan çıktıkça ateş bir bedene bürünüyordu ve bu beden kardeşlere doğru ilerliyordu ejderhaya dönüşen mavi ateş.Kardeşler de asalarını salladılar ve kendi ateşlerini yarattılar Tyranser'e karşı koymak için, onlarınki ise yeşil ateşten iki başlı dev bir yılandı. İki ateşte birbirine doğru son hızda ilerliyordu ve ortada buluştular. Birbirini sararak odanın tavanına doğru uçuşa geçtiler. Ateş ejderha ağzını açarak kendi içinden değişik renklerde ateşler yolluyordu ateş yılınlardan birinin kafasına. O kafa ateşlerden kaçarken diğer kafada ejderhanın boynunu ısırmaya başladı. Az sonra büyük bir patlama daha oluştu. Ejderha boynuna asılan yılandan kurtulmak için kanatlarını açmıştı ve tavana doğru son hızda çarpmıştı. Bütün tavan odanın içine göçtü çatıyla birlikte. Evin içindeki büyücüler asalarıyla yaptıkları ani hareketlerle düşen taş parçalarından korundular ve tekrar karşı saldırıya geçtiler. Ay bütün kızıllığını savaşın geçtiği bölgeye yolluyor, sonuçlanmamış bu düellonun sonucunu açıklıyordu. Tyranser bunu biliyordu ancak bütün enerjisini harcıyordu ölümden kaçmak için. Gece büyücülerin yolladığı değişik şekillerdeki büyülerle farklı farklı renklere bürünüyordu.
Zolankor, Tyranser'i köşeye sıkıştırdı ve yüzünde yerde korkuyla bakan büyücüye nefretle karşılık verdi. Tyranser yüzünü çevirdi ve asasını aramaya koyuldu ancak uzaktaydı. Vanemicus'un ayaklarının dibindeyken o da asayı almak için eğiliyordu. Tekrar Zolankor'un yüzüne döndü, bu sefer Zolankor gülümsüyordu; ama bu gülümseme dostça değildi. Bir zafer gülümsemesiydi...
Asasını kaldırdı ve esnek bir hareket çizdi, gece son kez keskin yeşil rengiyle aydınlandı ayın kızıllığı geçtiği anda…