Heroes Of Olympus
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Heroes Of Olympus

Yunanlı ve Romalı melezler karşı karşıya geliyor, güçler çarpışıyor!
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Edward J. Newgate

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Edward J. Newgate
Athena Çocuğu | Kulübe Lideri
Athena Çocuğu | Kulübe Lideri
Edward J. Newgate


Lakap : Jamie
Mesaj Sayısı : 20
Drahmi : 22
Kayıt tarihi : 26/10/11

Edward J. Newgate Empty
MesajKonu: Edward J. Newgate   Edward J. Newgate Icon_minitimeÇarş. Ekim 26, 2011 7:13 pm

Yaşadıklarını artık kaldıramayacağını biliyordu. Matt, yaşadığı hayat için yeteri kadar güçlü olmadığını biliyordu. Bir süre sonra belki de bir saldırı daha yaşanacak ve bu sefer ölümle arasında ki o ince perdenin yırtılmasını engelleyen biri daha çıkmayacaktı. Alnından akan terleri silerek koşmaya devam etti. Kehanetlerin gerçekleşmesi, hayatında gördüğü en ciddi saldırılardan birini yaşaması ve iliklerini donduran o lanet olası büyü. O sırada başka büyüler olabileceği de geldi aklına. Bir tek düşmanları mı büyü yapabiliyordu? Belki sadece büyüler masum insanların ölümünde kullanılabiliyordu. Sorgulamamalıydı… Adımlarını hızlandırırken kolyesini tuttu. Acaba annesi olacak olayların farkına çok önceden varmış mıydı? Bu kolyeyi de belki onun için yapmıştı. Ama Ria’nın hançerleri kınlarına koyulduğunda ufak bir anahtarlığa dönüşmüştü. Belki bu da bir büyüdür diye düşündü Matt. Allan’ı evine bırakmış bir süre onunla beraber dinlenip tekrar yola koyulmuştu. Yetişmesi gereken lanet olası bir randevu vardı. Evlerinin önünde ki parka geldiğinde yavaşlayıp durdu. Yorulmuştu bütün uzuvları hala ağrıyordu. Niye koşmuştu ki zaten. Belki geç kalması onun için daha hayırlı olabilirdi. Léa’dan her şeyi tam anlatmadığı için çekiniyordu. Belki asla bütün bildiklerini anlatmayacaktı. Parkın içerisine doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Gözleri etrafı devamlı tarıyordu. Biraz paranoyaklaştığını hissetti. Belki de çoktan üst seviye bir paranoyaktı. Hırpalanmış gömleğinin ucuyla alnında ki teri tekrar silip adımlarını hızlandırdı. Bir kıza tutuluyordu, önce annesi ölüyor ardından tehlikelerle dolu bu hayata başlıyordu. Yine de tehlikeleri göze alarak yaşamaya devam edecekti; bakarken zamanı ve mekânı unuttuğu gözler biliyordu çünkü. Aynı anda nefret edip, nefretin ötesinde sevmeyi başarabiliyordu. Nemlenen gözlerini hızlıca elinin tersi ile sildi. Buluşulması gereken yere vardığında Léa oradaydı. Bir ağaca sırtını vermiş yere oturuyordu. Gözlerini bu dünyadan çok daha uzaklara dikmiş bir şeyler düşünüyordu. Matt, bir süre orada bekledi. Kendisini fark etmesini bekliyordu belki de. Hışımla beraber sert bir adım atıp konuştu.
-“Ne imiş o anlatman gereken önemli şey?” dedi Matt. Léa kendine gelmiş gibi yüzünü hızlıca Matt’e çevirdi. Yüzünden hızlı bir titreme geçti ve hemen ardından sıcak bir şekilde gülümsedi.
-“Fena hırpalanmış görünüyorsun, nerede kaldı erkeklik ruhu?” dedi Léa şaka ile beraber. Matt bunun şaka olduğunu bilse de sinirlenmişti. Üstelik kızgındı, nasıl olurdu da karşılaştığı ilk kişi olmasına rağmen bildiği her şeyi anlatmazdı.
-“Hırpalandım çünkü hazırlıksızdım, hırpalandım çünkü bu lanet olası pelerinli heriflerin insanlara saldırabildiğini bilmiyordum ve hazırlıksızdım çünkü boynumda 1 metre 10 santimlik bir kılıç taşıyıp da kullanmasını bilmiyordum. Yeterince açıklayıcı oldu mu?” dedi Matt. Öfkesini tek cümle ile kusunca ortada kalakaldı. Dikkatli baktığında Léa’yı suçlayamıyordu bile, ne diye gelip ona bağırıyordu ki. Sert bakışlarına, pişmanlık gölgesi düşmesine engel olamadı. Pişmanlık ile karışık yorgun gözlerini Léa’nın gözleri ile birleştirdi. Léa gülmeyi kesmiş bir bulmaca çözermiş gibi düşünceli bakıyordu. Gözlerine yine aynı pus düşmüştü. Adeta bulundukları ortamdan soyutlanmıştı. Bir süre sonra gözlerini Matt’e dikti. Matt’in bakışları ile aynı bakışlara sahipti, pişmanlık ve yorgunluk.
Ağzını birkaç kere açıp kapadı Léa; tam konuşacağı sırada Matt göğsünde inanılmaz bir acı ile göremediği bir darbenin etkisiyle geriye doğru sürüklendi. Neye uğradığını şaşırmıştı. Acı ile doğruldu. Léa ya silah doğrultmuş, mor pelerini ve kukuletası ile orada biri duruyordu. Durduğu yerden sinirle haykırdı Matt. İnanılmaz bir çevik ile ayağa fırlayıp boynunda ki kolyeyi boynundan sinirle kopardı. Adeta efendisini anlayan kılıç uzayarak 1 metre 10 santimlik, çift tarafı keskin gümüşî kılıca dönüştü. Kılıcı elinde bir kere çevirip aynı çeviklik ile kukuletalı kişiye hamle yaptı. Ustalık ile geri çekildi kız. Rüzgârdan dolayı kukuletası düştü ve yüzü gözüktü. İlginç bir şekilde Léa’ya benziyordu. Ancak gözleri ve bakışları tamamen farklıydı, daha güleç bir yüze sahip olduğu ise aşikârdı. Bu hamleyi bekliyormuşçasına alayla gülümsedi. Pelerinini kenara doğru savurdu ve hızlıca kınından kısa bir bıçak çıkardı. Ustalıkla elinde birkaç kere çevirdi ve gülümsemesini büyüterek, inanılmaz bir alayla bağırdı.
-“Uuu, demek ki burada bir sevgi söz konusu ha! Bunu tahmin etmiştim haha” dedi Neşeyle. Matt, inanılmaz bir sinirle üzerine atladı.
-“Lanet olası!” hamleden yine çeviklikle kaçtı kız. Bir kez daha alaycılıkla karışık şen bir kahkaha attı. Matt yerden kalkıp derince bir nefes verdi. Kılıcı elinde birkaç kere çevirdi ve filmlerden bildiği kadarıyla bir savaş pozisyonu aldı. Kız bir kez daha güldü. Matt yüzünde bir değişim olmasına izin vermedi. Kılıcı elinde çevirerek onu savaşa davet etti-en azından böyle olacağını umdu- Kız gülerek bıçağını elinde çevirdi ve Matt’in ondan beklediğinden çok daha hızlı bir şekilde ileri doğru atıldı. Önce Matt’in kılıcını tuttuğu elini kavradı ve aşağıya itti, ardından hızlı bir şekilde bıçağını kaldırdı. Matt acı ile haykırdı. Sağ gözünü boydan boya çizmişti. Ardından daha kendine tam gelemeden Matt çılgınca bir şekilde tekrar haykırdı. Önceki yara ile bir “x” oluşturacak şekilde daha uzun bir kesik almıştı gözüne. Yüzü kan içindeydi. Korku ve çaresizlik içinde kendini geriye atmaya çalıştı. Kılıç tutan bileğini mengene gibi sıkmış olan kız onu hiç bırakacakmış gibi görünmüyordu. Dizlerinin üzerine düştü. Kız Matt’in kanı ile parlayan altın bıçağını elinde çevirmeye başladı. Bu sırada bir şeyler fısıldıyordu, ancak Matt bir şeyler anlamayacak kadar kapamıştı gözlerini ve kulaklarını dünyaya. Kızın elinde dönen altın renkli hançer yavaş yavaş kararak lanetli bir sarı renge döndü. Matt Léa’nın sesini duymak istiyordu. O sesi bir kez duysa belki ölüm bile ona tatlı gelebilirdi. Ama hayır, belki çoktan ölüp uzaklara gitmişti. Fakat bileğini sıkan eli hissediyordu. Kızın elinde dönen bıçağın rüzgâra yaptığı hamleleri hissedebiliyordu. Léa bilerek herhangi bir şey yapmıyordu. Onu belki de bilerek buraya getirmişti. Bu acımasız şen şakrak kız onu öldürsün diye… Damarlarında bir damla bile güç geçmiyordu artık. Kendini yalnız bir şekilde ölümün kollarına teslim etmeye hazırlandı. Bir gün içinde ikinci kez… Ve hançerin dönüşü durdu, fısıldamalar kesildi. Son bir darbe daha gelecekti. İlginç bir şekilde yıldız olacak bir biçimde gözüne geleceğini hissetmişti. Hafifçe açık olan sol gözünü sımsıkı kapattı. Anacak bir gün içerisinde ikinci kez ölümü bekliyordu ancak bunu beklemiyordu. Tanıdık o davudî tok sesi duydu. Ve güçlü kollar kendisini hızlıca sarıp kenara doğru uzaklaştırmasını hissetti.




Kapattığı sol gözünü araladı. Kendisini kurtaranı görünce neredeyse kalp krizi geçiriyordu. Sadece
“Sen… Ace(!)” diyebildi.
“Ne o, istesen gidebilirim tabi ölümü bir dahakine bu kadar çabuk kabullenmeyeceksen ne pısırık çıktın be adamım. Her gittiğin yerde her kılıç uzatana başını eğiyorsun. Daha öncede demiştim senden adam olmaz.” Dedi Ace.
Güleç suratına her zaman ki şakadan küçümsemesini koyup alaycı gülüşünü yerleştirmişti. Matt’in dövüş ustası bile işin içine karışmıştı. İşler bittiğinde ninesinin bile bir savaş ustası olacağını düşündü Matt. Gülümsemeden edemedi. Savaşın bu ciddiyeti karşısında, gözlerinden birini neredeyse kaybetmiş olmasına rağmen gülümsedi. Yüzünün sağ tarafı kanlar içerisindeydi ve çenesinden damlıyordu. Ağzını açınca kanlar dolmasına rağmen tekrar konuştu.
“Cidden, kendimin değiştiğini düşünüyordum ama galiba nineme kadar herkes de bunlar var. Sanırım ben farklılaşmak yerine normalleştim ve yine sanırım ki ben koruyacak olanım diye düşünürken ikinci kez korunuyorum ne harika(!)” diye hevesle bağırdı Matt. Ağzına gelen avuç dolusu kanı tükürerek boşalttı. Ace, Matt’in sırtına yavaşça dokunup, arkayı işaret etti. Mor pelerinli kız Bir ağaca çarpmıştı ve ağacın gövdesi kırılmıştı.
-Lanet olası kemikleri neylerden yapılıyor bunların- diye düşündü Matt. Bu sırada Ace ayağa kalkmış ve ileri doğru birkaç adım atmıştı. Matt’in yüzünü yaralayan kız hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. Pelerini tekrar kaldırdı ve eski haline dönmüş bıçağını tekrar kınına soktu aynı hızla tabancasını çıkarıp gülerek iki el ateş etti. Matt ağzından çıkamayan çığlığı ile Ace’in öleceğini sandı. Ancak Ace yerinden bile kıpırdamadan, elinde yoktan var olan çift tarafı keskin geniş baltayı elinde çevirdi. Kurşunlar baltaya çarpıp sekti ve Ace, gür sesiyle bir kahkaha patlattı.
“Bu seninle üç yüzüncü karşılaşmam Kate, ama hala yerinde sayıyorsun. Şimdi de küçük çocuklara mı saldın bıçağının gazabını.” Dedi Ace. Cümlenin sonuna doğru alaycılığı artmıştı. Üstelik Matt küçük çocuk olma olayından da hoşlanmamıştı. Ace’in muhtemelen kendisi gibi bir silahı olduğunu fark etmişti. Önce elinde bir şey yok ve ardından neredeyse kendi boyutlarında dev bir balta. Sanırım yüzüğü falan olmalıydı diye düşündü. Gözünü iki kez yaran kızın adının da Kate olması ona garip gelmişti. Biraz daha şa’şaalı bir isim bekliyordu. Belki Trecias falan olabilir diye düşündü Matt. Bu sırada Kate gülümsüyordu ve gözlerini ayırmadan Ace’e bakıyordu. Matt güçlerini bilmese de önce Ace’in bayağı güçlü olduğunu ve Kate ile aynı güçte olduklarını fark etti. Savaşı bir kenara bırakıp gözleri Léa’yı aramaya başladı. Dövüşün ilk başladığı yerde kendinden yaklaşık 50 metre uzakta bir ağacın orada oturmuş duruyordu. İlk geldiğinde ki gibi yüzünde hiçbir ifade yoktu. Güzel yüzünde ufak bir pişmanlık aradı Matt. Aradığını bulamayınca sıkılarak başını Ace’e çevirdi. Çoktan savaşmaya başlamışlardı.
Kate inanılmaz bir hızla aralarında ki mesafeyi koruyor ve devamlı hedefine kurşunları isabetli bir şekilde gönderiyordu. Matt gözleriyle zor takip ettiği bu kıza hayran olmadan edemedi. Göğsünde ki boşluğu unutmaya çalışarak elini sağ gözüne götürdü. Sıcak ve yapış yapıştı. Dokununca darbeyi aldığı zaman ki acı geldi aklına. Kesilen nefesini zorlayarak kafasını kaldırdı.

Devamlı duyduğu düzenli silah sesini yedi tane de bir şarjör değiştirme işlemi bozuyordu. Gelen mermilerden çevik bir şekilde kaçmayı başarıyordu Ace. Kate’in elinde ki silah Desert Eagle’dı Normal bir insanın rahat kullanamayacağı kadar güçlü ve geri tepmesi yüksek bir tabancaydı. Tek mermisi insan öldürmeye yetebilirdi. Ancak ne mermiler hedefinden şaşıyor, ne de devamlı ateşlenmesine rağmen kullanıcısının delice gülüş bulunan yüzünde bir yorulma gözüküyordu. Art arda gelen yedi tane silah sesinden sonra inanılmaz bir ustalıkla şarjörü değiştirdi Kate. Bu sırada Ace haykırarak bir insanın zıplayamayacağı kadar yüksek bir yere sıçrayıp ağır baltasını Kate’in kafasına doğru indirecekti ki Kate, ustalıkla kenara yuvarlanıp ağır baltanın ölümcül darbesinden kurtuldu. Bu sırada esen hafif dalgayı hissetmiş olan Matt etrafına bakınmaya başladı. Ve tekrar Ace’in olduğu yere kafasını çevirdiğinde Ria, hançerlerinden birini çekmiş Kate’in sırtına doğrultmuştu. Ria’nın yüzünde katıksız nefretle beraber, soğuk bir gülümseme vardı. Kate ise sırtına dayalı bir bıçak olmasına rağmen gülüyordu.
“Prenses Valerié’miz bile teşrif etmişler. Uuuu kendimi çok önemli hissettim.” Dedi Kate ve tekrar gülmeye başladı. Ria, yüzünde en ufak değişiklik olmadan diğer hançerini kınından çıkarıp boynuna Kate’in boynuna doğru vurdu. Matt, kanlar fışkırmasını ve bir çığlık sesi duymayı düşünüp gözünü biraz kıstı. Ancak hançer tam boynunu delip geçeceği sırada Kate ortadan kayboldu. Etrafı hızlıca tarayan gözleri kısa sürede nerede olduğunu anlamıştı. Kate, Léa’nın yanındaydı. Hala kahkahalarının sesini işitebiliyordu. Léa yüzünde hiçbir ifade olmadan ayağa kalkıp Kate’in peşine takıldı. Arkasına bile bakmadan birkaç saniye sonra Kate ile beraber ortadan kayboldular. Nereye gittiklerini bilmek istemedi. Sağ gözünden kanlar, sol gözünden ise kanla karışık gözyaşları akıyordu. Umutsuz bir şekilde Ace ve Ria’ya baktı. Onlar ise düşünceli bir şekilde ona doğru yürüyorlardı. İkisinin de silahları kınlarına girmiş ve küçülmüşlerdi. Matt, soru sormak ve bir süre bir şeyler öğrenmek istemedi. Ayağa kalktı ve Léa’nın yürüdüğü yola doğru tökezleyen adımlarla ilerlemeye başladı. Belki de geçit vardı, belki ona yetişebilirdi. Umut etti Matt… Bu sırada arkasında ki sesi duydu ve dizlerinin üzerine çöktü.
“O, o seni kandırdı Matt.” Dedi Ace. Ardından Valerié’nin sesini duydu. “Ruhun bağlanıyordu, gözüne gelecek bir kesik daha ruhunu bağlayacak ve tüm gücünü kaybetmiş olan Melek Léa’ya aktarmış olacaktın. Böylece Meleğin ve Şeytanın büyüsü birleşecek kehanet gerçekleşecekti. Ancak kısa sürede olsa sanırım zaman kazandık.” Dedi Ria. Matt kafasını yere koyarak secde etti. Hayatında ilk defa yüz üstü bırakılmanın acısını yaşayıp haykırarak ağladı. Ölmenin ne kadar kolay olduğunu düşündü bir kez daha…


En son Edward J. Newgate tarafından Çarş. Ekim 26, 2011 7:40 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Demeter
Yönetici | Tanrı/Tanrıça
Yönetici | Tanrı/Tanrıça
Demeter


Lakap : Mevsimler ve Anne Sevgisi Tanrıçası.
Mesaj Sayısı : 111
Drahmi : 165
Kayıt tarihi : 21/10/11

RP Puanı
RP Puanı:
Edward J. Newgate Left_bar_bleue100/100Edward J. Newgate Empty_bar_bleue  (100/100)

Edward J. Newgate Empty
MesajKonu: Geri: Edward J. Newgate   Edward J. Newgate Icon_minitimeÇarş. Ekim 26, 2011 7:28 pm

RP puanın 100, aramıza hoş geldin. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Edward J. Newgate
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» E. Jamie Newgate
» Edward Cullen
» Edward Cullen

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Heroes Of Olympus :: Karakter :: RP Puanı :: RP Puanı Edinme-
Buraya geçin: