Uyandıktan sonra beş dakika boyunca şaşkın şaşkın tavanı inceledim. Kolumu cimcikledim, gözlerimi açıp kapadım fakat tüm çabalarıma rağmen uyumuyor olduğumu fark ettim. Son beş yıldır, yani kampa geldiğimden beri, hemen hemen her gün kabuslar görerek uyanmıştım. Üstelik bugün temizlik günüydü ve melezler arasında çok popüler olan 'temizlikten önce kabus görme modası'na uyamamıştım. Derin bir suçluluk duyarak yataktan yuvarlandım ve üstümü başımı düzelttim. Kapıyı açtığımda burnuma harika kokular geldi. İşte bu, kabus görmeden uyanmamdan daha sıra dışı bir şeydi. Bu kulübede en son ne zaman sabah kahvaltısını benden başka biri hazırlamıştı hatırlamıyorum doğrusu. Merakla mutfağa girdim ve şaşkınlığım level atladı. Eski kulübe liderimiz, bana kampı ve melez yaşamını öğreten kişi, ablam Cissy gelmişti. Üstelik gelmekle de kalmayıp kendisinden sonra en çok özlediğim şey olan peynirli omlet yapmıştı. Sessizce yanaştım ve bir parça ekmeği tavaya daldırdım. Cissy anında elindeki kaşığı elime geçirdi. Buna rağmen bir parça omleti kapmayı başarmıştım, aceleyle ağzıma attım ve zafer kazanmış bir sumo güreşçisi gibi gülümsedim -ki bu her yiğidin harcı değildir. Cissy de bir anne edasıyla gülümseyip bana sarıldı. Böyle duygusal bir şey beklemiyordum, ama onun artık büyüdüğünü, hatta yakında evleneceğini unutuyordum. "Hey, bu kadar sevgi yumağı olmaya alışık değilim Cissy, beni rahat bırak." demeseydim birkaç dakika öyle kalabilirdik herhalde. Kardeşim de yaptığının farkına varmış olacak ki kendini geri çekti ve gülerek “Bunu herhangi birine anlatırsan seni bir volkana atarım.” dedi. İşte benim kardeşim, dedim içimden. Ardından omlete özlemle bakarak “Kendini çok özlettin doğrusu. Gelmek için neden bu kadar bekledin?" dedim. Cissy gözlerimin omlette olmasına içerleyebilir diye bakışlarımı hemen yüzüne çevirdim. Yorgun görünen gözleri bir anlık karaltının ardından eski haline döndü ve "Kulübeden gitmiş olmam artık bir melez olmadığım anlamına gelmiyor maalesef. Tanrılar beni saçma bir görevle görevlendirdiği için birkaç haftadır Bulgaristan'daydım. Ama bunları boşver, yarın temizlik denetlemesi varmış, bugün sen ve ben bu kulübeyi yeni soğutulmuş çelik gibi parlatacağız!" dedi. Söylediklerini unutmamı istemesi zor bir şeydi, ama haklıydı, uzun zamandır temizlik denetlemelerinde diplerde sürünüyorduk. "O zaman hemen şu kahvaltı işini halledelim, sonra kulübedekileri kendi odalarını temizlemeleri için ikna edelim. Geri kalan yerleri seninle birlikte temizlememiz daha sağlıklı olur." dedim. Cissy kafasını sallayarak beni onayladı. Birlikte tüm kardeşlerimizi uyandırdık ve Cissy'nin gelişiyle şenlenen kardeşlerimle epey gürültülü bir kahvaltı yaptık. Tembelliğin bizi Hadise gibi "Bana gel, bana gel!" diye çağırmasına rağmen sandalyemden zorla kalktım ve herkesi odalarına gönderdim. Giderken de salona sıraladığım kovalardan ve bezlerden almalarını söyledim. Toz alma işi bitince herkesin salona koyacağım viledalarla odalarını silmeleri gerektiğini de hatırlattıktan sonra odama gittim.
Tamam, bu kadar dağınık birinin annesi olsaydım ben de delirirdim herhalde. Anneme hak vermeye başlamıştım -özellikle de çoraplarımdan birini yastığımın içinde bulunca, sahi o şey oraya nasıl girmişti çorap Tanrısı aşkına? Temizliğe başlamadan önce şu dağınıklığı düzeltmeliyim diye düşündüğüm için kendimi suçluyordum. Direk odamdaki her şeyi ateşe atıp yeni mobilyalar almalıydım... Ayrıca bu kadar kıyafetim olduğunu bilmiyordum doğrusu, önümüzdeki birkaç yıl alışveriş yapmama gerek yoktu. Tüm kıyafetlerimi temiz-kirli ayırımı yapmadan yerde yığın haline getirdim. Tanrıça Demeter erkek çoğunluğu bulunan kulübemizi çöp eve dönüştürmememiz için on tane çamaşır makinesi koydurmuştu neyse ki. Kıyafetlerimi güzel kokutması için 'Mikail Amca'nın Özel Formülü' etiketli bir yumuşatıcı kullandım. Onları bir daha giyebilecek miyim diye düşünerek odama döndüm ve özel olarak aldığım kokusuz deterjanla hazırladığım karışıma bez daldırarak dolabımın tozunu almaya başladım. Bir yerlerde okuduğum kadarıyla -o yerleri çok merak ediyordum- bir yerin temiz olması güzel kokmasıyla aynı şey değildi; aksine hiç kokmaması gerekiyordu. Çoğu insan güzel kokularla kötü kokuları bastırarak temiz bir eve sahip olduklarını düşünüyorlardı, fakat bu tam bir fiyaskodan başka bir şey değildi. Tabi ki güzel kokuya karşı değildim, odamı tamamen kokusuz yaptıktan sonra oda spreyi sıkmayı düşünüyordum zaten fakat ilk önceliğim temiz bir iş çıkarmaktı. Bu nedenle işimi yaparken tüm kuvvetimi kullanarak raflarımın eskimesine neden oldum. Kıyafet dolabımın temiz olduğuna ikna olduktan sonra kitaplığımı düzenlemeye çalıştım. Neyse ki fazla okuyan tiplerden değildim, bu nedenle üç dört tane kitabım vardı ve bunları temizlemek beş dakikamı almıştı. Çalışma masam yoktu bile, onun yerine kılıçlarımı dizdiğim bir duvar vardı. Ayrıca çeşitli kilolardaki dumblelarımın tozunu aldım. Birini ayağıma düşürünce uzun bir süre mola vermem gerekti, fakat Cissy odama dalınca mecburen ayağa kalktım. Yürüyemediğimi iddia ettiğimde benimle uğraşamayacağını, mutfakta rosto yapmakla meşgul olduğunu söyledi. O anda bir hata yaptım: koştum. Cissy ensemden yakaladığı gibi beni odama fırlattı. Ben de mecburen duvardaki tüm kılıçları ve kalkanları indirerek tozlarını aldım. Ardından işi abartarak duvarımı da sildim. İki temizlik bezi şimdiden felç olmuştu. Gerçi silenecek bir şeyim kalmadığı için bunu umursamadım. Nevresimlerimi değiştirdikten sonra perdelerimi de çamaşır makinesine attım. Halımı dışarı çıkarıp yaşça bana en yakın olan kardeşime tüm halıların tozunu alma görevi verdim. Bana içinden küfrettiğini biliyordum, fakat kazanırsak ona bir Afrodit meleziyle akşam yemeği sözü verince yüzü ışıldadı. Ben de bunun beyaz bir yalan olduğunu kısık sesle söyleyerek vicdanımı rahatlattım. Geriye kalan tek işim odamı viledayla silmekti. Bu da bitince odamın kokmadığını fark ederek boyun kemiklerimi gevşettim. Aklıma son anda gelen yerleri cilalamak için gidip yepyeni bir bez aldım ve yer döşemelerini 'eskisinden daha parlak!' yaptım. Ayrıca bu şeyin kokusu da beni oda spreyi sıkmaktan kurtarmıştı. Bunun için Tanrıça Demeter'e teşekkür etmem gerekiyordu.
Odamı baştan yarattığımı söylemek için salona gittim ve Cissy'nin çoktan işe başlamış olduğunu görerek kaçmaya çalıştım. Ama arkamdan "Çok geç Coco, seni gördüm." dediği için süt dökmüş kedi ifademi yüzüme yerleştirerek salona döndüm. Kendimi savunmama fırsat vermeyen Cissy suratıma bir bez fırlattı. Ardından da bibloları işaret etti ve sadece onlarla arkadaş olmamı istediğini umdum. Ama bunu söylersem beni volkana fırlatma fantazisini gerçekleştirebileceğinden şüphelendiğim için bibloları temizlemeye koyuldum. Neyse ki çok fazla süs eşyamız yoktu, olanlar da metal oldukları için silinmeleri kolaydı. Asıl sorun bibloların etrafının toz içinde olmasıydı. Bütün sehpaları ve vitrinleri tek tek silmem gerekiyordu. Bu iş bittiğinde kendimi koltuğa attım ve bir çığlık duydum. Elim hemen mızrağıma gitti fakat çığlığı atan kişinin Cissy olduğunu anladığımda onu yerli yerinde bıraktım. Cissy en ince sesini kullanarak "Orayı daha yeni silmiştim, her tarafa sürdüğün pantolonunla oturmaya nasıl cüret edersin?" diye bağırdı. Bir anda neye uğradığımı şaşırmıştım, ayrıca pantolonumu her yere sürmüyordum bir kere... Bunu Cissy'ye diyecek kadar "kalça"m olmadığı için aklıma ilk gelen şeyi söyledim. "Tamam sakin ol Cissy. Hem biz neden yardımcı bir robot yaratmıyoruz? Yıllardır bu amelelikten bıktım doğrusu." dedim. Bayan Hazırcevap hemen "Çünkü bu yarışmaya hile karıştırmak gibi bir şey olur. Bütün melezler kendi güçlerini ortaya koyarken biz yorulmamış oluruz. Daha yaratıcı şeyler bulmayı dene." dedi. O anda kafamın üstünde bir ampul yandı ve "Harika bir fikrim var! Beni yalnızca beş dakika bekle!" dedim. Ardından koşturarak kamp marketine gittim. Yirmi dakika içinde almam gereken her şeyi alarak kulübeme döndüm. Cissy'ye tek kelime etmeden planımı uygulamaya koyuldum. Bayan Zeki, hemen ne yaptığımı anlayarak yardım etmeye başladı. Bir saat içinde tüm kulübeyi, hatta bahçeyi parlatmıştık, hem de gerçek anlamıyla. Cissy bana döndü ve "O tahta kafanın içinde aslan dışkısının dışında bir şeylerin olması beni sevindirdi doğrusu." dedi. Omzuna bir tane indirdim, o da cevap verdi. Sonra kafamızı salona çevirip etrafı incelemeye koyulduk. Şömine yerine bir volkan varmış gibi duruyordu. Koltuklarsa deri kaplama olmalarına rağmen parıl parıl parlayarak bronz, gümüş ve çelikten oluşmuş tahtlar gibi duruyorlardı. Duvarlar, binlerce yıldır bu salonu kucaklıyor gibiydi. Parkeler ise yemyeşildi, adeta çayırda yürüyor izlenimi veriyordu insanda. Üstelik bunların hepsini yalnızca marketten aldığım ampullerle yapmıştık. Şöminenin etrafındaki kırmızı spot ışıkları tuğlaların ardında olduğu için hiç belli olmuyordu ve şömineyi hareket eden lavlara benzetiyorlardı. Koltukların arasına ve altlarına sıkıştırdığım minik lambalar Tanrıça İris'in de yardımıyla farklı tonlarda parlıyorlardı. Duvarlara şamdanlar asmıştım, her birinde de kararmış mumlar vardı. Bunlar duvarlardaki kılıçları ve doldurulmuş hayvan kafalarını olduğundan da korkunç yapıyordu. Tavana astığımız yeşil ışıklar direk zemine vuruyordu ve parkeler yeni cilalanmış oldukları için her şeyi yansıtıyorlardı. Bahçeye ise çelik mavisi renginde birçok spot ışığı koymuştum ve bunlar evi yeni şekillendirilmiş bir kalkana benzetmeye yetiyordu. Demircilik Tanrısı Hephaistos'un veledi olmak sadece güçlü olmayı değil aynı zamanda fizik bilgimiz sayesinde göz oyunları yaratmamızı da sağlıyordu.
Geriye sadece mutfak ve banyolar kalmıştı. Kulübe olarak aç olduğumuz için mutfağı toplamak çok uzun zaman almıştı. Üstelik herkes öğle ve akşam yemeklerini yemekhanede yerken bu kadar dağıtmayı nasıl başardığımızı merak ediyordum. Gerçi benden bir tane daha olsa bu mutfağın hiçbir zaman düzenli olmayacağını biliyordum. Etrafta portakal kabuğundan işkembeye kadar envai çeşit sakatat ve çöp vardı. Cadılar Bayramı'ndan kalma şeker poşetleri, boş içki şişeleri, parçalanmış cips paketleri ve yosun tutmaya başlayan bardaklar vardı. Bunları direk çöpe fırlattım, hatta bir koşu babamın hurdalığına gitmeyi düşündüm fakat sonra bunun gereksiz olduğuna karar vererek Cissy ile birlikte rafları temizlemeye koyulduk. Birkaç tabak kırdığım zaman Cissy beni kapı dışarı etti ve banyoları temizlememi söyledi. Sevinsem mi üzülsem mi bilemeden en büyük banyoya girdim. Artık beşinci yılımda olduğum için klozet temizlemek iğrenç gelmiyordu. Fakat Cadılar Bayramı'nda yaptığımız çiğköfte partisi yüzünden burnumun direğini düşürüp üstüne bir de gözlerimin ferini şaşırtan bir kokuyla mücadele etmem gerekiyordu. Bütün banyoları temizledikten sonra şaşı kalmaktan korkuyordum... Fakat imdadıma yetişen kişi kulübenin en yeni üyesi William Cole oldu. Ona tüm tuvaletleri temizleme görevi verdim, eğer itiraz ederse de bir dahaki temizlik denetlemesinden önce bahçeye pegasus bağlayıp onun pisliğini temizleteceğimi söyledim. Bunun üzerine hevesle(!) temizliğe koyuldu. Ben de lavaboları ve duş kabinlerini çamaşır suyuyla yıkamaya koyuldum. Jakuziyi temizlerken -bir dakika bu jakuzi ne zamandan beri kulübedeydi?- kafam iyice güzel oldu ve şarkı söylemeye başladım. Cissy korkuyla banyoya geldiğinde "Hey Cissy, jakuziyi sen mi aldırdın? Çok güzelmiş gerçekten." dedim. Cissy gelip bana iki tokat çaktı ve jakuzi dediğim şeyin çamaşır sepeti olduğunu anlamamı sağladı. Ağır bir çamaşır suyu krizi geçiriyordum sanırım. Ayağım kadar sepeti jakuzi sanmıştım. Cissy de benimle aynı düşünceleri paylaşıyor olacaktı ki "Conan, bu kadarı yeter, sen en iyisi yüzünü yıka ve yemekhaneye git. Ben bu banyoyu da temizleyip yanına gelirim." dedi. Bu öneriyi sevinçle kabul ettim ve zıplaya atlaya -bu sırada bir satiri ezmiştim- yemekhaneye gittim. Yemeğimin çoğunu babama, ardından lambaların renkli olmasını sağlaması için İris'e ve Apollon'a adadım. Tatlımı bitirdiğim zaman kendime gelmeyi başarmıştım. Tüm kulübe olarak çökmüş görünüyorduk, ama Cissy'nin anlattığına göre son on yılın en harika Hephaistos kulübe temizliğini yapmıştık.