Güneş ve bahçedeki havuzun ışıltısını gözlerini alarak, uyanması için dürtülüyordu yorgun melezi. Az buz dışarıya çıkıyor, diğer melezlerle tanışmak için pek tenezzül etmiyordu. Eski yaşamı, şatafatı ve daha birçok şey onu bırakmıştı, kibiri hariç. Bütün işlerini kendisi yapıyordu, elini salladığı an gelecek uşakları yoktu artık. Nazını sabır taşı misali çekecek olan ve onu dışarıdaki hayattan izole yaşatan annesi de, çok uzaklardaydı. ''Londra ve yağmurdan bulanıklığa bürünen sokakları, ne kadar uzaklardasın şimdi benden..'' Üzerindeki narçiçeği rengindeki ipek geceliği dağınık bir şekilde uyumaktan yer yer kırışmış, kestane tonlarını almış saçları ise pudra mavisi yastığına saçılmıştı. Dudaklarını her zamanki tatminsiz edasıyla büzmüş, elleriyle yastığıyla aynı renkteki yorganı gergin bir şekilde buruşturuyordu. Gerginliği her halinden okunuyordu, özellikle dudaklarını sinirsek bir edayla ısırmasından. Bu, onun derin düşüncelere daldığının göstergesiydi aynı zamanda. ''Uçup gitmek vardı şimdi, şehirleri, denizleri ve gökyüzünü ardına katarak.'' Ağzından belli belirsiz çıkan bu sözler, aniden duraklamasına sebep olmuştu, zira zihninde fikirler karmaşası yaşanmaktaydı. Bahçede herkesten ayrı yapayalnız dolanırken, öteki melezlerin konuşmalarına kulak misafiri olduğu sıralarda işittiği bilgiler zihninde gezinmekteydi o anda. Melezler, pegasus edinerek uçabiliyorlardı. Bir an bile düşünmeden kalktı öylece, dış görünüşüne dikkat edemeyecek kadar dağınıktı kafası. Üzerine hızla solgun turkuaz renkteki yarım kollu elbisesini geçirerek, hışımla kulübeden çıktı. Dudakları ısırılmaktan kanayacak hale gelmişti, gözleriyse uykusuzluk ve gerginliğin izlerini sürüyordu fakat bütün bunlara karşın saçları güneşte ışıl ışıl parlıyor, gösterişine gösteriş katıyordu. Güneş tepelerde yeni doğmuştu, şafak vaktinin kızıllıkları dağılmış, adeta çilek tarlalarının üzerine inmişti o huşu içerisindeki renkler. Etrafındaki güzellikleri fark edecek hali yoktu ne yazık ki, bu yüzden gözlerini yeni uyanan doğaya dikmek yerine zihninde planlar kurmakla meşgul oluyordu. Pegasus edinecek ve buradan kaçacaktı. Ne kadar süreceğini bilmiyordu, bidliği tek şey Londra'nın onu beklediğiydi. Onun şehriydi orası, üzerindeki kara bulutlarla, yağmurdan daimi ıslaklığa bürünmüş sokaklarıyla ve tüm gösterişiyle, onun kalbinin attığı yerdi Londra. Dağların ötesini, İngiltere'yi ve yüreğine hapsettiği şehrinin anılarını düşününce adımlarını hızlandırmaya başladı Audrey. Gözünü hırs, ruhunu kibir ve cesaretin raksı bürümüştü adeta..
Ahırlara geldiğini kanat seslerinden anlamıştı. Pegasuslar, ona küçüklüğünde anlatılan masallarda gizliydi. Annesinin o masalları anlatırken neden sinirlendiğini şimdi anlayabiliyordu, bir Tanrı olan babasının onlarla ilgilenmemesini kabullenemiyordu elbet. O, pegasusların ve kahramanların bulunduğu masalları hoşnut bir edayla dinlerken, annesinin içinde fırtınalar kopardı uyumadan önce. Bunu, o yaşında bile hissedebiliyor fakat bir anlam yükleyemiyordu. İçine derin nefesler çekerek, nazik adımlarla ahırın içinde ilerlemeye başladı. Gerginliği attığı her adımda biraz daha azalıyordu adeta. Masmavi bakışları her zamanki gibi tatminsizdi. Kibirli edası, içinde ne kadar fırtına kopsa bile değişmiyordu. Kolay etkilenen birisi değildi, soğuk ve ciddi tavrını korumakta üstüne yoktu. Ahırda attığı her adımda bir sürü pegasus görüyordu, fakat birini bile beğenmemişti. Bu onun doğasında vardı, ne istediğini bilmiyordu. Pegasus, onun için bir araçtı zira. En azından, ahırın sonundaki pegasusu görene kadar öyle düşünüyordu. Kar beyazı, kanatlarının ve yelesinin ucu pudra mavisi olan zarafetle huşu içinde raks eden duruşuyla, kendisininki gibi masmavi gözlere sahip pegasus, onu çağırıyordu adeta. Audrey, ceylan gibi gözlerini pür dikkat pegasusa dikmiş, bulunduğu yere doğru ilerliyordu. Adımlarını hızlandırıp, adeta koşarcasına o pegasusa yönelmişti. Yakınına geldiğinde, bir an bile düşünecek vaziyette değildi. Bu zarif pegasus, ona aitti. ''Ancak senin gibi zarif, güzel ve etkileyici bir pegasusla ufuklar aşabilirdim. Sen bana aitsin, Zephyr.'' Son cümlesiyle, kendisini son derece etkileyen pegasusuna adını vermişti bile.