Karanlık sokağın ardındaki kütüphane, şimdiden ürkütücü bir maske giymiş, ondan uzak durmaları gerektiği konusunda uyarıyordu. Neden bu kadar takıntılı olduğu hakkında en ufak fikri yoktu ama tek istediği onu bulabilmekti. Elbette bunun gerçek olmadığını biliyordu fakat Karanlık Lady, onun uykusuz geçen gecelerinin sebebi, okul yıllarında olduğu gibi, normal hayatında da işine yoğunlaşamamasının kaynağıydı. Esen rüzgâr soğuğun habercisi olduğu için ince, renksiz paltosuna biraz daha sarıldı. Yokuş aşağı ilerlerken ışıkların daha fazla azalmasıyla boşluğa düşeceğini düşünmüştü. Kıvrımlı, taş yolda ilerlerken şu ana kadar yıkılmamasına şaştığı kütüphanenin Karanlık Lady ile ilgili bulması gereken her şeyi barındırdığından emindi. Birkaç saniye gözlerini kapatıp kütüphanede olabilecekleri düşünerek keyiflenmeye çalıştı. Çantasının içindeki Muggle eşyalarını almasının sebebi de asasının yeterince meşgul olabilmesiydi. En sonunda kırmızı tuğlaların çoğu düşmüş, eski ve yıpranmış kütüphanenin karşısında durdu. Asasını belinin sol tarafından çıkardı ve her an üstüne düşebilecekmiş gibi duran devasa büyüklükteki kapıya değdirdi: “Alohomora”
Kapının kilidi açılırken nefesini tuttu ve içeriye adım atmadan önce kafasını uzatarak karanlığa baktı. Kapıyı ancak kafasını sokacak kadar açabilmişti. Demir kapıyı biraz daha iteledi ve bedenini içeri attı. Karanlık olmasına rağmen havadaki tozlar belli oluyordu. Kesik kesik nefes alırken yuttuğu toz parçaları yüzünden öksürdü ve asasını kavrayarak “Lumos!” diye fısıldadı. Önce kütüphanenin masalarına doğru giden yola baktı. Ne olursa olsun asasının ışığı ona yetmiyordu. Bu eski kütüphanenin tahta zemininin de onu taşıyamamasından korkuyordu. Tozdankoyu turuncu rengini kaybeden tahtalar, her adım attığında biraz daha gıcırdıyordu. Rengini bulamadığı, sağlam görünen masalardan birisine sırt çantasını koydu ve içini karıştırarak el fenerini, parşömen parçalarını ve tüylü kalemini çıkardı. Masaya soğuk nefesini üfledi ve malzemelerini üstüne koydu. Asasına yardım amaçlı getirdiği Muggle eşyası olan el fenerinin altındaki butona basarak ışığını yaktı. Bir anda kütüphanede uzun süredir görülmeyen bir ışık oldu. Asasını da diğer eline alarak rafların üstündeki kitaplara bakmaya başladı. A, B, C, D… J, K.
K harfindeki kitapları aramaya başladı. Rocacha olmasa bile, Karanlık Lady ile ilgili kesinlikle bir kitap olmalıydı. Bulması çok da uzun sürmemişti. Siyah ciltli kitabı yerinden almadan önce yanındaki kitapların olmadığını fark edince ürperdi. Buraya daha önce giren birisi olmadıysa, neden yoktular? Kitabın tozunu eliyle temizledi ve asasının ışığını söndürüp masaya geri döndü. Kırılma ihtimalini göze aldığı için masanın önündeki taburelerden birinin ucuna oturdu ve kalbinin yerinden çıkacak gibi atmasına aldırmadan sayfaları çevirmeye başladı. Kitabın altın rengindeki harflerinden çoğu silinmişti ama bu kimsenin okumasına engel olamazdı. Kitabın hangi yıllarda çıktığını yazan baş sayfalar yoktu, yirminci sayfadan devam ediyordu. Başlığı okuyunca ürperdi, “Gelişi Çok Yakın”
Yazıyı hızlıca okurken, bir önceki sayfalardaki sürprizleri oldukça merak etmişti. ‘Belirtiler çok fazla, kaybolmalar ve ölüm yiyenlerin geldiğini söyleyen çığlıklar.’ Bir an düşündü. Bu kütüphane en az bir asırdır buradaydı. Bu kitap neyin nesiydi böyle? Uyduruk bir posta yazarlarından çıkma olabilirdi. Tüylerinin diken diken olmasına sebep olan bir gülüşle titredi. Ne olur ne olmaz diye kitabı ve diğer malzemeleri çantasına atıp fermuarı kapattı. Asasına sıkıca sarıldı ve çantasını omzuna alarak zorluklarla girdiği kapıyla yüzleşmeye gitti. Zor bela çıktığında orada kaldığı süre boyunca sokağı, özgürlüğü ve ailesinin yanındaki güveni ne kadar özlediğinin farkına vardı. Neden böyle bir şey yaptığını dahi çözememişken, korkudan bembeyaz olmuş ve kurumuş dudaklarının arasından fısıldadı: “Rocacha…” Yaptığının farkına varana kadar çoktan gözlerini göğe çevirmişti, gökyüzü parlak bulutlarla çevrilmişti ve ayın ışığına engel oluyordu.
Gözlerini kırpıştırdı ve hızlıca yokuşta tırmanmaya başladı. Sesleri duyabiliyordu. Tiz seslerin attığı ürkütücü kahkahalar. Ara sıra yanından hızlı gölgelerin geçtiğini düşünüyordu, bir… Sanki bir dumanın hızlıca savrulması gibiydi. Saçları rüzgârla savruluyordu. Elleriyle kulaklarını kapattı ve koşmaya başladı. Gölgelerin onun peşinden geldiğini düşündükçe daha fazla titriyordu. Hafifçe yağmaya başlayan yağmur, kara botlarının içindeki ayaklarını dondurmuştu. “Hayır, hayır.” Dedi sessizce. Nefesinin havada donacağını düşünüyordu. “Beni rahat bırak, lütfen!”
Sesinin daha fazla çıkmayacağını anlayınca sustu ve sonunun gelmesini bekledi. Bir yandan da, bunun bir rüya olduğunu düşünerek iyi hissetmeye çalışıyordu. ‘Rüyalarda asla canın acımaz.’ denirdi. O da küçükken gördüğü kâbusları büyüklerine anlatınca bu cevabı almıştı.
“Avada Kedavra!”
Duyduğu son ses bu cümlenin ardından duyulan kahkahalardı. Gözleri kapanmadan hemen önce yeşil ışığın karanlık sokakta patladığını gördü. Elleri hemen yanında birleşti ve dizlerinin üstüne düştü. Duyuları artık işlevini kaybederken yanağının yağmurdan ıslanan kaldırıma düştüğünü anladı. Soğuk, tüm bedenini kaplayarak yutmuştu. Biliyordu. Evet, O geri dönmüştü…