Karşımdaki aciz bir durumdaydı. Normalde böyle biri olsa hemen yardım ederdim fakat şu anda hiç de umurumda değildi. Daha da hırpalamak istiyordum onu. Zell, karşımda ağlıyordu. Bu, onu daha da küçük düşürüyordu. Çocuk muydu bu yahu? Karşıma durmaya cesareti yoksa, en başta karşıma geçmeyecekti. Kılıcını çelimsizce sallıyordu sadece. Başka hiçbir şey yaptığı yoktu. Bana karşı şansı yoktu zaten. Bunu o da biliyordu fakat yine de karşımdaydı işte. Onu kumlara gömmeliydim. Bacağımdaki yarayı hissetmiyordum. Derinliği veya önemi hiç de mühim değildi. Birkaç hafta revirde yatacaktım fakat bu, rezil olmaktan ve kaybetmekten önemli değildi. Zell, oturduğu yerde ağlıyor, birkaç tehdit edici sözler söylüyor ve bulduğu solucanları öldürüyordu. Beni de solucan kadar öldürebileceğini sanıyordu herhalde. Elimle kalkmasını işaret ettikten sonra Zell bana döndü. Ağlamaktan kızarmış gözleri, hiç de yabancı değildi. Bunu gördüğümde biraz duraksadım. Bunu fırsat bilen Zell, ayağa kalkmış ve gözyaşlarını silmişti. Gel işareti yaptıktan sonra kalkanımı ve gürzümü doğru pozisyona soktum ve Zell’i beklemeye başladım. Biraz kendine gelmiş gibiydi. Az önceki gibi kılıcını boşa sallamıyordu en azından fakat hala bana karşı şansı yoktu. Kalkanımı indirmiştim bile. Yapacağı saldırıların güçlü olacağını düşünmüyordum. Zell, iyice yaklaşmıştı. Kalkanını kaldırdı ve kılıcını bana doğrulttu. Suratından akıp giden ter ve gözyaşları, onu komik bir hale sokuyordu. Kafasını kumun içine sokmak istiyordum. Kılıcını bana doğru salladığında kalkanımı kaldırdım ve saldırısını karşıladım. “Sana, bundan daha fazlasına ihtiyacın olduğunu söylemiştim!” diye bağırdım ve karşı atağa geçtim. Gürzümü, suratına indirmek için kaldırdım. Bunu gördüğünde Zell, kalkanını kaldırmıştı fakat bu yeterli değildi. Gürzümü, neredeyse tüm gücümle Zell’e doğru indirdim. Gürzüm ile Zell’in kalkanı çarpıştığında muazzam bir ses ortaya çıktı. Kalkanı çatırdamıştı. Bu kalkanın savaşın sonuna kadar dayanabileceğini zaten düşünmüyordum fakat Zell, hala bunun tersini söylüyordu. Zell’in bu haline sadece gülüyordum. Karşımda çok küçük duruyordu. Bir kızdan daha fazlası beklenemezdi zaten. Olduğum yerde dönüp, hız kazandıktan sonra Zell’in karnına tekme indirdim. Zell, bunun şiddetiyle geri uçtu. Ufak bir inleme çıkarttıktan sonra ayağa kalkmıştı. Zell’in gözü, silahların bulunduğu tarafa kaydı. Sanki başka bir silah ile beni yenebilirdi. Zell, o alana doğru ilerlerken gülüyordu. Kılıcını kaldırıp tahtaya sapladı. Ellerini masanın üstüne koydu ve bana baktı. Şeytani bir planı var gibi görünüyordu. Parmaklarını, diğer silahların kabzalarına dokunduruyor ve daha da gülüyordu. Gürzlerin bulunduğu bölüme geldiğinde, beğendiğini düşündüğüm bir gürze baktı ve onun kabzasını kavradı. Gürzü kaldırırken bile zorlanıyordu. Bununla bana karşı mı gelecekti? “Dişe diş ha?” Aynen öyle.”
Gürzü, zar zor kafasının üstünde salladıktan sonra atağa geçti. Savaş narası atarken bile sesi az çıkıyordu. Bana yaklaştığında, gözlerini iyice açtı ve gürzünü sıkıca kavradı. Bu, onu daha güçlü gösteriyordu. Karşımda güçsüz birisini istemezdim zaten. Bu hali, beni biraz korkutmuştu diyebilirim çünkü deminki ağlayan kız gitmiş, yerine bir canavar gelmiş gibiydi. Gürzünü son kez salladı ve üzerime savurdu. Kalkanımı son anda kaldırabilmiştim. Saldırısının şiddetiyle biraz geriledim fakat hala ayaktaydım. Kalkanımı destek alarak kendimi ileri attım ve Zell’in üstüne yürüdüm. Zell son anda yana kaçmasaydı planım harika işleyecekti fakat yana çekildiği için bir an afalladım. Bunu fırsat bilen Zell, gürzünü sırtıma yapıştırdı. Gerçekten güçlü saldırılar yapıyordu. Az önceki saldırısının da etkisiyle kendimi yerde buldum. Acı çekiyordum. Seyircilerin Zellana dediğini duyabiliyordum. İşte bu olmayacaktı. Yerden kalktım ve ellerime baktım. Savaşmaktan yıpranmış haldeydiler. Gürzüm, kan istiyordu. Beynim, karşımdakini ölesiye dövmemi söylerken kalbim, bunu yapmamalısın diyordu. Hangilerine kulak verecektim? Beynim mi kalbim mi? Gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Etraf sessizleşiyordu. Acaba karşımdaki gerçekten o muydu? Kafamı salladım ve düşüncelerimi bir kenara attım. Şu an savaş meydanındaydım ve geri çekilemezdim. Sonuna kadar gitmeliydim. Gürzüme bir kez daha baktım ve atağa geçtim. Zell’e karşı koşuyordum. Pozisyonunu çoktan almıştı. Ona saldırmamı bekliyordu. Acaba saldırılarımı kolayca karşılayabilecek miydi? Zell’e biraz mesafe kaldığında havaya zıpladım ve gürzümü salladım. Zell, şaşkındı. Gürzümü son sürat Zell’e indirdim. Zell, kalkanını kaldırmıştı. Gürzüm kalkanına çarptığında Zell “Ahh!” diye bağırmıştı. Gürzümün şiddetinden yere göçmüştü adeta. Yere düşerken dizimi kaldırdım ve Zell’in suratına geçirdim. Artık bitmiş bir halde olduğu için bu onun için çok fazlaydı. Ses bile çıkaramadan yere düştü. Seyircilere döndüm ve beni alkışlamaları için işaret yaptım. Hepsi bunu yerine getiriyordu. Zell’i düşünen pek fazla kişi yoktu. Zell’e acırcasına baktım ve yanına yaklaştım. Zırhından biraz kaldırdım ve “Hala devam edecek misin?” diye sordum. “Ta-tabii ki!” “Efendim? Seni duyamıyorum?” “Evet edeceğim!” dedi ve suratıma yumruk attı. Bu nasıl bir yumruktu? Güç yok. Boşa bir yumruktu. “O zaman ayağa kalk ve bana göster.”
Seyircilerin sesi kulağımı sağır edecek gibiydi. Kalkanıma ve gürzüme bir kez daha baktım ve onları yere attım. Bunu yaptığımda seyirciler bana deliymişim gibi bakıyordu. Zell, ayağa kalkmış ve gözleri kocaman açılmıştı. Çıplak ellerle ona karşı gelebilirdim. Zell’e döndüm ve yumruklarımı sıktım. Koşmaya başladım. Koşarken gülüyordum, hatta kahkaha bile atıyordum. Zell’e iyice yaklaştığımda durdum. Hiç kimse neler olduğunu anlayamamıştı. Zell’in önünde eğildim ve suratına bir yumruk attım. Ona saygı gösterdiğimi falan mı sanıyordu? “Benim için çok güçsüzsün Zell!” Seyirciler beni alkışlıyor ve Zell’i yuhalıyordu. Karşımda küçük düşmüştü. Artık bana karşı bir şansı yoktu fakat hala direnmeye çalışıyordu. Yere düşmemişti bu sefer. Nasıl olduysa artık. Bana, beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Sanki yapabilirmiş gibi. Ellerimle gel işareti yaptıktan sonra beklemeye başladım. Zell, elinde gürzüyle koşuyordu. Artık çevik hareketler yapmalıydım. Çıplak elle, gürze karşı gelemezdim. Gürzünü üzerime doğru salladı. Bundan son anda kaçmıştım fakat elinde gürz olduğu için açık vermiştim. Kabzasıyla karnıma vurmayı akıl edebilmişti. Ağzımdan kanlar çıkıyordu fakat bu hiç önemli değildi. Yere düşerken son gücümle suratına yumruk atmayı başarabilmiştim. Eğer bunu yapmasaydım sonum vahimdi. İkimiz de yerdeydik. Acı çekiyorduk. Gürzüyle vurduğu için ben daha çok acı çekiyordum galiba. İkimiz yan yana yatıyorduk. Gözlerini bana çevirdiğinde, gözü yaşlıydı. “Çok mu acı çekiyorsun?” “Bedenim değil. Ruhum.” Ruhu mu? Bir an içim acıdı. Ne yapıyordum? Karşımdaki eğer düşündüğüm kişi ise bunları yapmam çok anlamsızdı. Ayağa kalktım ve elini tuttum. Kalkmasına yardım etmeliydim. Savaşta olabilirdik fakat düşman değildik. Elini tuttuğumda beni kendine çekti. “Hey ne yapıyorsun?” “Sen gerçekten o musun?” “Kimden söz ediyorsun?” “Paris’te tanıdığım kişi misin?” “Bilmiyorum. Şu an hiçbir şey bilmiyorum. Şu dövüşü bitirmeliyiz.” Elinden sıkıca tuttum ve ayağa kaldırdım. Bunları, savaştan sonra konuşmalıydık. Şimdi hiçbir anlamı yoktu. Ellerime baktım. İyice yıpranmışlardı. Daha fazla savaşmak istemiyordum fakat savaşmalıydım. Bu maçı kazanmalıydım. Kendime bir söz vermiştim. Karşımdaki kim olursa olsun bu dövüşü kazanmalıydım. Ellerimi sıktım ve Zell’in saldırısını beklemeye başladım. Pek iyi düşünemiyordum. Saldırılarını karşılayabilir miydim onu da bilmiyordum. Sadece acı çekiyordum. Zell’in bana saldıracağı yok gibiydi. Öyleyse, ben onun üstüne gitmeliydim. Suratıma birkaç kez tokat attım. Bu bile aklımı yerine getirmemişti. Kendimi toparlamalıydım fakat bu çok zor gibiydi. Artık iki kişiyle savaşıyordum. Biri Zell, biri de ben.