Günün ilk ışıklarıyla gözlerini açtı genç kız. Bugün en sevdiği günlerden biri olan Cumartesiydi. Yani annesiyle bütün günü beraber geçirebilir, o aptal özel okuldan iki günlüğüne de olsa kurtulabilirdi. Gittiği özel okul, onun gibi Disleksi ve DEHB hastası olan çocuklar için özel eğitim veren bir yerdi. Ancak Heaven oradan nefret ediyordu. Oradaki öğretmenlerden de, öğrencilerden de, her şeyden nefret ediyordu orayla ilgili. Elinde olsa evden eğitim alırdı ancak bunu karşılayacak bütçeleri yoktu ne yazık ki. Annesi bir kafe-barda garson olarak çalışıyordu ve genellikle eve çok geç geliyordu. Tatil yapabildiği tek gün ise Cumartesi'ydi ve o günü dolu dolu yaşamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yatağından kalktı ve lavaboya doğru yavaş adımlarla yürüdü Heaven. Buz gibi suyun altına girdi ve suyun rahatlatıcı etkisinin onu alıp götürmesine izin verdi. Hayatı boyunca hep soğuk suyla yıkanmıştı kız, çünkü soğuk su ona okyanusu hatırlatıyordu. En son denize girdiğinde on yaşındaydı ve o zamandan bu zamana maddi durumları epey kötü duruma düşmüştü. Eskiden annesi çift işte çalışıyordu, ancak fazla stres ve yorgunluktan ötürü tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir hastalığı olduğunu öğrenmelerinden sonra annesi yalnızca tek bir işte çalışmaya başlamıştı. O yüzden dışarı pek sık çıkmıyorlardı. Hatta Heaven okul ve ev dışında hiçbir yerde bulunmuyordu bile. Ancak her gün yeniden kendini okyanusun güvenli kollarına bırakabileceği günleri hayal ediyor ve bu hayalle mutlu olmayı başarabiliyordu.
Soğuk suyla iyice kendine geldikten sonra, odasına geri döndü ve üzerine bir şeyler geçirdi Heaven. Evde çıt çıkmıyordu ve annesinin hala bu saatlere kadar uyuyor olması genç kızı şaşırtmıştı. Kafasına sarılmış havlusuyla yavaşça annesinin odasına yürüdü. Yatak toplanmıştı ve üzerine küçük bir kağıt bırakılmıştı. Heaven şaşkınlıkla annesinin odasına girdi ve kağıdı aldı. Aslında durumu çoktan anlamıştı, muhtemelen annesini acilen işe çağırmışlardı ve bugün beraber vakit geçiremeyeceklerdi. Katlanmış olan kağıdı açtı ve tahminlerinin doğru olduğunu anladı. İç çekti ve oflayarak kendisine yiyecek bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa doğru ilerledi. Saçındaki havluyu çıkardı ve bir kenara bıraktı. Saçları hala sırılsıklamdı ama Heaven ıslaklığı umursamazdı. Masaya birkaç kahvaltılık koyduktan ve karnını doyurduktan sonra, New York sokaklarında birkaç saatlik bir yürüyüşe çıkmaya karar verdi. Kapıyı kapatırken ve güneş tüm sıcaklığıyla tüm vücudunu ısıtırken, o gün yaşayacağı şeylerden haberi bile yoktu.
New York'u severdi Heaven, sonuçta hayatı burada geçmişti. Her sokağını, her dükkanını adı gibi bilirdi buraların. Etrafındaki bir sürü tanıdığa selam verdikten sonra, yürüyüşüne beşinci caddeden ileri doğru giderek devam etti Heaven. Sessiz sakin arka sokaklardan geçerken ne düşündüğünü bilmiyordu, sadece yürüyordu. Yüreği ve ayakları onu nereye götürürse o da oraya gidiyordu. Yürümeye devam ettiği sırada, arkasından gelmekte olan adım seslerini duydu. Kaşlarını çatarak arkasına döndü ve onu kimin takip ettiğini anlamaya çalıştı. Ancak arkasına döndüğünde kimseyi görememişti. Harika, diye geçirdi içinden. Şimdi de paranoyaklaşmaya başladım. Tam yürümeye devam edecekken aynı sesi tekrar duydu kız. Yeniden arkasına döndü ve döndüğü zaman karşısında şapka takmış olan genç bir çocuk gördü. Çocuk endişeli bakışlarla onu süzüyordu. Heaven çatık kaşlarıyla ona kötü bir bakış attı. Tam yoluna devam etmek üzereyken, yine adım seslerini duydu. Bu çocuk gerçekten Heaven'ı takip ediyordu, genç kız artık sinirlenmişti. "Hey, sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye sordu sert bir sesle çocuğa. Çocuk gülümsedi ve, "Ben de bunu sormanı bekliyordum," dedi. Heaven anlamayan gözlerle çocuğa baktı. Çocuk keçi sakalının altından gülümsemeye devam ederek konuştu. "Şimdi, korku ve paniğe kapılmanı istemem ama şu anda bir canavar tarafından takip ediliyorsun," dedi rahat adımlarla Heaven'a doğru yürürken. Heaven gerçekten çok sinirlenmeye başlamıştı, öfkesini çocuğun üzerine kusması an meselesiydi. "Yardımım olmadan hayatını kaybedersin ve bu hiç iyi olmaz, değil mi?" diye sordu. Heaven kaşlarını çatmaya devam ederek çocuğa baktı, Tanrı aşkına bu çocuk ne içmişti böyle? Heaven bir anda kahkahalar atmaya başladı, sinirleri yine fazlasıyla bozulmuştu anlaşılan. Bu sefer karşısındaki çocuklar anlamayan gözlerle ona baktı. Heaven gülmeyi bıraktığında, çocuk konuşmaya devam etti. "Sana her şeyi burada açıklayamam, ama bana güvenmek zorundasın. Hayatın tehlikede." Heaven tam çocuğa avazı çıktığı kadar bağıracakken, onlara doğru gelmekte olan şeyi gördü. Galiba çocuğun "canavar" olarak tabir ettiği şey buydu.
Heaven şaşkınlıkla onlara doğru son hızla sürünmekte-evet sürünmekte-olan şeye bakakalmıştı. Çocuk arkasına döndüğü anda bakışlarını yere çevirdi ve Heaven'ı kolundan tuttuğu gibi koşturmaya başladı. Son hızla arkalarındaki yaratıktan kaçarken çocuğun, "Sakın canavarın gözlerinin içine bakma, sakın!" diye bağırdığını duydu. Heaven zaten canavarı gördüğü dakikadan sonra çocuk ne derse yapmaya ve ne söylerse inanmaya hazırdı. Tanrım, o canavarı diğer insanlar görüyorları mıydı acaba? Koşturmaya devam ettikleri sırada bir an arkasına bakacak gibi oldu genç kız, ama çocuk ona "Sakın!" diye bağırdı dehşet içinde. Heaven da bunun üzerine başını arkaya çevirmemek için tüm iradesini kullanmak zorunda kaldı. New York Terminali'nin önüne geldiklerinde, Heaven soran gözlerle çocuğa baktı. Çocuk etrafa bakındı ve kızı hızla terminalden içeri soktu. Bu sırada, "Seni kampa götürmeliyim," diye mırıldanmıştı. "Kamp mı?" diye sordu Heaven merakla çocuğa bakarak. Çocuk gişelerin oraya geldiklerinde Heaven'a döndü ve, "Senin gibi özel kişiler için, özel bir kamp." dedi ve gişelere doğru gitmeden hemen önce Heaven onu yakasından tuttu. "Dinle, neyden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok. Ayrıca hiçbir yere gitmiyorum, benim burada bir evim var, ayrıca annem var, beni çok merak edecektir. Olmaz. Ayrıca Disleksi ve DEHB hastası olan çocuklara özel eğitim veren bir okula zaten gidiyorum ve nefret ediyorum. Yani teşekkürler, ama gerek yok. Gerçekten." dedi ve terminalden çıkmak üzere yürümeye başladı. Bu sefer çocuk Heaven'ı tuttu. "Bak, orası senin güvende olacağın tek yer çünkü..." Heaven kaşlarını kaldırdı ve çocuğun devam etmesini bekledi. Çocuk yutkundu ve, "Bunu burada söylemek istemezdim ama sen bir melezsin," dedi. Heaven kaşlarını çattı. Tüm bunların ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyordu. Çocuk konuşmaya devam etti. "Adım Billy ve ben bir satirim," dedi şapkasını geriye doğru kaydırarak. Kafasının üstündeki, iki minik boynuzu daha yeni fark ediyordu Heaven. Şaşkınlıkla çocuğa bakakaldı. Önce hayatı boyunca hiç görmemiş olduğu bir canavar, ardından da boynuzlu bir çocuk. Pardon, satir. Heaven gününün gerçekten de berbat geçtiğini düşünmeye başlamıştı. Billy ona, "Burada kal, bilet alacağım ve ardından otobüsle Long Island Kıyısı'na gideceğiz. Kamp orada. Senin gibilerin güvenle korunduğu kamp. Oradayken annenle görüşebilirsin. Zaten o hakkındaki her şeyden haberdar, ancak sana anlatmayı düşünmüyormuş anlaşılan. Ben sık sık New York'a gelirim ve bir melezin kokusunu aldığım zaman asla bunu görmezden gelmem. Hem, iyi ki gelmemişim değil mi? Neredeyse ölüyordun. Sen yarı tanrısın, Heaven. Baban bir Tanrı. Bu yüzden o canavar peşindeydi zaten." dedi ve ardından gişelere doğru yürüdü.
Heaven ne yapacağını bilemiyordu. Canavarlar, satirler, babasının bir Tanrı olması. Hepsi genç kız için çok fazlaydı. Üstelik satirin dediklerine göre annesi bundan haberdardı ve yıllarca bu gerçeği kızından saklamıştı. Oysa Heaven babasını hep onları terk eden biri olarak bilmişti. Billy biletler ile geri döndüğünde, Heaven otobüse binmeden önce son bir kez endişeyle kısa bir süre için geride şehre, evine, annesine baktı. Çok yakında geri döneceğinden emindi, zaten kampa gitme konusunda ikna olmasının nedenlerinden biri de buydu. Mutlaka buraya tekrar gelecekti, öyle ya da böyle. Otobüse bindi ve garip mi garip olan bu satir çocukla muhabbet ede ede, sonradan tek yuvası olacak olan Melez Kampı'na doğru yola çıktı.
*Heaven ismi başka bir sitede kullandığım bir isimdi, o yüzden Rp'de o isim geçiyor. Umarım sorun olmaz.