Heroes Of Olympus
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Heroes Of Olympus

Yunanlı ve Romalı melezler karşı karşıya geliyor, güçler çarpışıyor!
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Tanrıça Hera

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Hera
Tanrıça
Tanrıça



Mesaj Sayısı : 6
Drahmi : 6
Kayıt tarihi : 29/10/11

Tanrıça Hera Empty
MesajKonu: Tanrıça Hera   Tanrıça Hera Icon_minitimeSalı Kas. 15, 2011 5:26 pm

Hera için sıradan günlerden biriydi. Yapacak belli başlı işleri vardı; Zeus’u kontrol etmek, diğer tanrıçaları çekiştirmek, Zeus’un daha önce birlikte olduğu birkaç ölümlüyü tekrar tekrar başka hayvanlara çevirmek ve evinde oturup beklemek… Gün içinde yapacaklarını aklından geçirince bile yorulmuştu Sevimsiz Tanrıça. Evet, ona böyle diyorlardı değil mi? Yüzüne karşı En büyük, en önemli Tanrıça hatta Kraliçe derlerken arkasından Sevimsiz Tanrıça, Gaddar Tanrıça gibi sıfatlar getiriyorlardı tanrıçalığının önüne. O, söylenenlerin hiçbirine kulak asmıyordu, duymuyormuş gibi yapıyor ve yüzlerine gülmeye devam ediyordu. Kimse onun sabrının ne zaman taşacağını bilmediği için herkes volkanların patlayacağı, Olimpos Dağı’nın sarsılacağı günü bekliyordu. Hera sinirlendiğinde öfkesini bağırıp çağırarak atamadığı için beraberinde birkaç felaket getiriyordu. Olimpos Dağı ve Tanrılar buna alışmıştı ama irkilmekten kendilerini alamıyorlardı. Hera yaptıklarını düşününce keyifle gülümsedi, yatağında gerinip bir balerin edasıyla yataktan kalktı. Hareketleri sanki yürüyormuş gibi değil, süzülüyormuşcasına zarifti. Zaten o hiçbir zaman kaba biri değildi, kızgın olduğu ya da en ateşli olduğu zamanlarda bile zarefetinden bir şey kaybetmiyordu.
Yatak odasından çıkıp oturma odasını geçti ve geniş terasa çıktı. Beyaz, tül geceliği sabahın tatlı serinliğinde dalgalanırken gözlerini kapatıp rüzgarın tenini okşamasına izin verdi. Zeus’un dokunuşları gibi etkileyici ve zevk vericiydi. Gözlerini açtığında Zeus’u karşısında bulduğunda buna o kadar da şaşırmamıştı. O, tutkulu ve zeki Hera’ydı, kocasının geldiğini hemen anlayabilirdi. Bu hem aralarındaki kuvvetli bağdan hem de Hera’nın sezgilerinin ürünüydü. Zeus ona tutku dolu bakışlarla bakarken Hera sadece kocasının yanağını okşayıp bir öpücük verdi ve terasın demirlerine doğru ilerleyip Güneş’in karşısında durup öylece bekledi. Zeus’un bu yeme hemen atlayacağını biliyordu. Zeus iradesi güçlü olan bir tanrı değildi, aslında böyle demek doğru olamazdı. Zeus sadece tutkularına hemen teslim oluyordu o kadar.
Zeus Hera’nın arkasında doğru yaklaşıp ellerine beline doladı ve nefesini boynuna doğru üfleyip bir öpücük kondurdu. Hera bu hareketi karısındaki minnetini ellerini kocasının ellerine koyup ona doğru yaslandı. Zeus mesajı almıştı bu anı konuşarak bozmak istemiyordu ikiside. Uzun zamandır böyle sessiz ve keyifli bir an yaşamamışlardı. Hera mutluydu, yüzyıllardır aşık olduğu adamla birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki küçük bir baş hareketinin ne anlama geldiğini ya da gözleriyle anlaşmanın ne demek olduğunu biliyordu. Hera bu anın bozulmasını hiç istemiyordu ama Zeus’un aldığı derin soluk ve vücudunun kasılmasından kötü bir şey olduğunu anlamıştı, yine bir şeyler olmuş ve Zeus’ta söylemek için bu güzel anı bozmaya kararlıydı. Daha Zeus ağzını açmıştı ki Hera ona dönmeden, “Bir kez olsun böyle bir anı mahvetme. Ne söyleyeceksen biraz daha bekleyebilir.” Dedi, ses tonu sertti ama Zeus bu ses tonunun altında yatan ricayı anlayabiliyorlardı.
Zeus sıkıntılı bir şekilde içini çekti ve “Pekala, sen nasıl istersen öyle olsun Hera ama önemli.” Dedi. İşte bu son cümle Hera’nın canını sıkmıştı, hışımla Zeus’un kolları arasında döndü, mavi gözlerinde tehlikenin pırıltıları vardı. Dudaklarını gerdi ve “Sen ve benden başka her şey önemli zaten Zeus. En son ne zaman böyle değerli ve ‘önemli’ bir an geçirdik?” Zeus’tan bir tepki ve ses gelmeyince Hera konuşmaya devam etti. “Evet, senin o muhteşem hafızan bile hatırlamıyor. Ulu Zeus!” diye alay etti çok sevdiği kocasıyla. Zeus’un yüz hatları sertleşti ve artık sabrının taştığını belirten bir şekilde kaşlarını çattı fakat Hera onu konuşturmamaya kararlıydı. Belini saran ellerden kurtuldu, “Her zaman benim dırdırcı ve çok detaycı olduğumu söylersin. Bunun nedeni senin umursamazlığın ve şu çok düşündüğün insanlarınla yarı tanrıların. Onları benden daha ilginç ve önemli kılan ne? Ah, bir de şu ölümlerden yaptığın çocukların. Onlar tam bir baş belası, bunu biliyorsun değil mi? Onların her şeyine koşarken senin yüzyıllardır karın olan Hera’nın istekleri hiç önemli değil. Senden çok mu şey istedim? Yeni bir Dünya mı istedim ya da onları yok saymanı? Sadece, sadece beni biraz daha önemsemeni istedim.” Hera sahte gözyaşlarını Zeus’a belli ettikten sonra arkasını döndü ve Ege Denizi’ne baktı. Zeus yerinden kımıldamadan “Seni önemsiyorum Hera, ama onların senin kadar zeki değiller ve ben olmadan başlarının çarelerine bakamazlar, acizler… Yarı tanrı olmak senin gibi güçlü bir tanrıça olmakla eşdeğer tutabilir mi hiç?” dedi, Hera’yı överek gönlünü alabileceğini düşünüyordu ama bu sefer yanılıyordu Tanrıların tanrısı..
“Tabii ki onlarla eşdeğer tutamazsın beni! Onlar benim yarım bile olamazlarken nasıl olur da onları benimle aynı kefeye koymaya çalışırsın! Sen yarı tanrılarınla çok fazla vakit geçirmeye başladın ve zekanımı köreltmeye başladın? Senin zehir gibi olan aklını mı bulandırdılar? Ölümler gibi düşünmen hiç hoşuma gitmiyor Zeus. Bir ara Tanrıların Tanrısı ve benim kocam olduğunu hatırlamanı öneririm.” Deyip içeriye girdi. Arkasına baktığında sevgili kocasını göremiyordu, bu durum canını acıtsa da önemsememekte ve Zeus’a dersini vermekte kararlıydı. Artık sabah esintisi o kadar da güzel gelmiyordu. Ellerini içe doğru savurdu ve kapılar gürültüyle kapandı. İçindeki öfke kimeydi? Zeus’a mı? Yarı tanrılara mı? Artık Zeus’un gözünde o kadar önemli olmadığı için kendine mi? Karar veremiyordu, aslında bu öfkenin kaynağınıda merak etmiyordu.
Aklında tasarladığı kırmızı tek omuzlu, tül ve uzun elbise tek hareketiyle üzerindeydi. Kırmızı sarı saçlarına, mavi gözlerine ve beyaz tenine çok uyuyordu. Bugün de onun rengiydi. Kırmızı birçok şeyin simgesiydi, tutkunun, aşkın, şehvetin, öfkenin, öldürmenin, kanın… Düşünceleri git gide kararırken duvarlar üstüne üstüne gelmeye başladı. Rutin işlerini bir kenara koydu ve onun için hiçbir zaman önemini kaybetmeyen ve çok özel olan o yere gitti. Zeusla birbirlerinin oldukları, anne ve babalarından habersiz buluştukları o bahçeye gitti. O gün nasılda çimenler, rüzgar, ağaçlar onları kutsamış ve birbirlerine ait olduklarını beyan etmişti. Hera özlemle iç çekti. Çimlerin üzerinde yalın ayak dolaşırken vücudundaki öfkeyi ve negatif enerjiyi toprağa aktarıyordu. Öyle bir öfkeydi ki bu içindeki ayaklarının değdiği çimler sararıp soluyor ve ölüyorlardı. “Üzgünüm Demeter, senin can verdiklerini öldürüyorum.” Dedi, aslında çokta üzgün sayılmazdı sadece lafın gelişi öyle demişti. Arkasını dönmeden Demeter’in tekrardan çimleri yeşerttiğini anlamıştı. Demeter böyleydi işte, işlerini sessiz sedasız yapardı. Çok sesini duyuran bir Tanrıça değildi, eğer zamanında Zeusla bir ilişkisi olmasaydı Hera Demeter’i sevebilirdi. Ama şimdi aralarında sadece saygı vardı.
Hera asla kendini gizleyen bir kadın olamamıştı. Kıskançsa kıskançlığını belli eder, kızgınsa volkanları patlatır, mutluysa bütün çiftleri mutlu ederdi. Duygularını uçlarda yaşayan bir Tanrıçaydı ve buraya geldiğinde birçok duygu içini kemiriyor en sonunda da patlıyordu. Ellerini çimlere uzattı ve sanki çimler kendi başlarına haraket edebiliyorlarmış gibi ellerini okşamasına izin verdi. Kulaklarına çalınan lir ona Zeus’un kulağına aşk ve tutku dolu sözler fısıldarken ki ses tonunu hatırlatmıştı. Sitemkar ve acılı bir sesle konuşmaya başladı. Hera konuşurken doğa susmuş onu dinliyordu, rüzgar sözcüklerini Zeus’un kulağına taşıyordu.
“Ah, Zeus ne olurdu hala ilk günkü gibi beni sevseydin? O zaman bu kadar değerli miydi yarı tanrıların? Gözün benim aşkımla kör olmuşken, gözlerini benden ayıramazken ne değişti birden bire? Gözlerin mi beni göremez artık yoksa artık bakmak mı istemiyorsun? Ebediyete kadar sürecek olan aşkımızla burada kutsanmamış mıydık? Diğerleri gelip geçici ben kalıcıyım derken, sen her hatanda bana bu sözleri tekrarlarken ben kendimi avutup sen benimle dalga mı geçiyordun? Belki de diyordun içinden ‘Ah, Saf Hera oyunlarıma bir kez daha mı kandın?’ veya ‘Seni kandırdığımın farkında olamayacak kadar mı bana aşıksın’. Hiç mi hiddetimle kavrulmadın, hiç mi öfkemin tadını almadın, Zeus? Sabır benim tanrıçalık özelliklerimde olan bir şey değil, bunu çok iyi biliyorsun. Peki ama beni denemek niye?” Görkemli, kudretli ve yıkılmayan Tanrıça Hera dizleri üzerine çöktü. Kırmızı tül elbisesinin üzerine birkaç damla yaş aktı. “Siz, bizi kutsayan doğa! Söyleyin haksız mıyım?” diye bağırdı. Sesiyle ağaçların yaprakları sallandı, kuşlar kanat çırpıp uzaklaştı. Uzaktan bir ses duyuldu.
“Haklısın güzeller güzeli Hera.”
Bu ses Hera’nın en sevdiği müzik aletinden bile daha muhteşem bir sesti, her zaman duymak için can attığı, her şeyi karşısına aldığı ses, Tanrıların Tanrısı Yüce ve Sevgili Zeus’un sesi… Hera gözyaşlarını elbisesinin ucuyla sildi fakat başını kaldırmadı, artık taakati yoktu. “Bil ki seni ilk günkünden daha çok seviyorum, yarı tanrılarım her zaman değerliydi ama hiçbir zaman senden daha değerli olmadılar, olamazlarda. Değişen tek şey senin artık daha da sabırsız olman. Aşkımız ilk günde söylediğimiz ve kutsandığımız gibi ebediyete kadar sürecek. Hatalarımda söylediğim bir söz değildi o, o gerçeğin ta kendisiydi ve bil ki seninle hiçbir zaman dalga geçmedim Hera. Senin kavuran hiddetini, yakıcı öfkenin tadını çok çok iyi biliyorum. En az seni tanıdığım kadar iyi biliyorum. Seni en iyi de ben tanırım. Öfkeni, sabırsızlığını, kıskançlığını, dırdırcılığını, cezalandırılıcığını, sevecenliğini, tutkunu, gururunu, aşkını, affediciliğini, gücünü, yenilmezliğini, zarafetini… Bilmediğim tek şey, belki de fark edemediğim kırılganlığın oldu.” Dedi ve çimlerin üzerinde başı eğik duran Hera’nın yanına gitti. Önüne geçip gözlerini aynı hizaya getirene kadar başını kaldırdı. Hera’nın nemli gözleri Zeus’un acıyla kasılmış yüzünü tarıyor bir alay belirtisi arıyordu. Ne zaman bu kadar kuşkucu olmuştu? Yatağını paylaştığı adamdan ne zamandan beri bu denli kuşkulanıyordu? Zeus’un yüzüne uzun uzun baktı, hiçbir alay belirtisi bulamadı. Sözlerinde samimiydi. Zeus’ta Hera’nın yüzünü incelemeyi bırakmış sözlerini devam ediyordu. “Affet beni sevgili karım, yine bir hata daha yaptım, bir hata daha, bir hata daha.. Hata üstüne hata. Bu en büyük olanıydı belki de. Seni ağlattığım için ne kadar üzgün olduğumu kelimelerle anlatmam imkansız. Olimpos Dağı ve bu kutsal bahçe şahidim olsun ki bir daha seni ağlatırsam Tartarus’un en dibinde ben olayım ve en ağır işkenceleri ben göreyim.” Zeus sözlerini tamamladığında doğa canlandı ve kelebekler etrafını sardı. Doğa bir kez daha onların aşkını kutsadı. Hera ve Zeus birbirlerine delicesine sarılıp öpüşmediler, sadece el ele tutuup sonsuzluk kadar uzun bir süre boyunca gözlerinin içine baktılar. Onlar birbirleri için yaratılmışlardı, biri üzgünken diğeri de üzgündü. Kaderleri baştan birlikte yazılmıştı, ayrılmaları Dünya’nın alt üst olması demekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Poseidon
Yönetici | Tanrı/Tanrıça
Yönetici | Tanrı/Tanrıça



Mesaj Sayısı : 11
Drahmi : 15
Kayıt tarihi : 25/10/11

RP Puanı
RP Puanı:
Tanrıça Hera Left_bar_bleue100/100Tanrıça Hera Empty_bar_bleue  (100/100)

Tanrıça Hera Empty
MesajKonu: Geri: Tanrıça Hera   Tanrıça Hera Icon_minitimeSalı Kas. 15, 2011 7:14 pm

RP Puanı: #100. Aramıza hoş geldin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tanrıça Hera
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Heroes Of Olympus :: Karakter :: RP Puanı :: RP Puanı Edinme-
Buraya geçin: