Long Island kıyısı… Lia sonunda kampa dönmüş, etrafı dolaşıyordu. Her zaman ilk tercihi olmasa da şu an Long Island’a gitmek geliyordu içinden. Oradaki deniz ve o sakinlik huzur veriyordu Lia’ya. Aslında biliyordu ki oraya gidince pek istediği şeyler olmuyordu, yine de oranın kendisini çekmesine engel olamıyordu. Görevden daha yeni dönmüş birinin orada dinlenmesi oldukça normaldi aslında. Kulübesinden çıkmış, Long Island’a doğru ilerlerken bir yandan da tanıdığı melezlere selam veriyordu. Herkes bu ara ona bir tuhaf bakıyordu. Belki kampa daha yeni döndüğü için, belki de çoğu unutmuştu bilmiyordu. Yine de mutluydu, burası her şeye rağmen onun eviydi ve istediği gibi dolaşabiliyordu. Hafifçe gülümseyerek önce ağaçlara, ardından da ağaçlar arasından denize baktı. Güneş sanki her zamankinden daha da çok parıldıyordu ve muhteşem gösteriyordu. Gülümseyerek kıyıya doğru adımlarını hızlandırdı. Ağaçları arkasında bırakıp kıyıya vardığında kumların üzerine çöktü ve karşısındaki muhteşem manzaraya baktı. Dalgaların görüntüsü, güneşin parıltısını incelerken içi daha da tuhaf olmuştu. İç çekerek elleriyle toprağa tutundu ve başını gökyüzüne çevirip gözlerini kapadı. Derin nefes aldığında burnuna gelen deniz ve çiçek kokuları karışımı çok güzel aroma oluşturmuştu. Tam bu büyülü anın içinde kendini kaybettiğinde denizden gelen yüksek ses, yüzüne gelen su ve gözleri kapalı olsa da görebildiği ışık Lia’yı kendine getirdi. Lia hızla yerinden fırlayarak savunma pozisyonu aldığı sırada karşısında Poseidon’u gördüğünde hiç şaşırmadım dercesine baktı. Tıpkı ilk geldiği zamanki gibiydi. İstemsiz olarak elleri boynundaki yunus şeklindeki kolyesine gitti. Orada olduğunu fark edince içi rahatladı. “Hoş geldin Lia, görevini tamamlayıp gelmeyi başardın.” dedi ve kısık gözlerini Lia’ya dikti. Aslında Lia bir zamanlar tanrılardan en çok Poseidon’u sevmesine rağmen kolye kavgasından sonra sevmemeye başlamıştı. Gerçi Poseidon’unda sever gibi bir hali yoktu Lia’yı. Yüzünü sabit tutmaya çalışarak “Evet Tanrı Poseidon, görevimi başarıyla sonuçlandırdım.” dediğinde Poseidon’un hala aynı ifadede olduğunu görüyordu. Bu ifadesi ne kadar sinir etse de Lia karşısındakinin en güçlü tanrılardan biri olduğunu biliyor ve ses çıkarmamaya çalışıyordu. Derin nefes alıp gözlerini toprağa diktiğinde Poseidon “Şaşırdım bu görevi bitirebileceğini beklemiyordum ama sen sanırım kolyenin gücünü anladın.” dedi ve gözlerini kolyeye çevirdi. Lia önce kolyeye, ardından da Poseidon’a bakarak “Kolyenin gücünü tam olarak fark edemedim. Ama hala kolyeyi istiyorsanız veremem.” dedi ve kolyesini sıkıcı tuttu. Aklından kolyesinin gücünü geçirmemek için saçma sapan şeyler düşünmeye başlamıştı. Biliyordu ki Poseidon aklını da okuyordu ve Lia onun eline bu kozu vermeyecekti. Tanrı Poseidon beklemediği kadar neşeli bir şekilde “Athena'nın kızının böyle saf olacağını sanmıyorum ama peki öyle olsun şimdilik, dikkat et de seni şaşırtıp tuzağa düşürmesin.” dedi ve bir anda Lia neye uğradığını şaşırdı. Kampa geleli yedi sene ve kolyeyi alalı üç sene olmuştu ama bu zamana kadar kötü bir şey olmamıştı, tanrıların izniyle bundan sonra olacağını da sanmıyordu. Sinirleri iyice gerilmeye başlamıştı Lia’nın. Sonunda bir an önce buradan ayrılmanın iyi fikir olduğuna karar veren Lia tartışmalarının daha fazla büyümemesi için “Peki Tanrı Poseidon siz merak etmeyin dikkat ederim. Artık söyleyeceğiniz bir şey yoksa ben kulübeme gidiyorum.” dedi ve kulübesine doğru ilerlemeye başladığında Poseidon “Kaç bakalım küçük melez, zamanı gelince görüşeceğiz ne de olsa.” diye bağırdığında Lia arkasına bakma gereği duymadan hızla yoluna devam etti. Eğer dönse neler olacağını biliyordu ve annesi onu bu konuda uyarmıştı, hem de kaç defa..