Yoldaşlık Zindanı, bilinmeyen bir gün, gündüz saatleri;
Karanlık odanın içerisindeki tek ışık parçası, ufacık bir delikten içeriye kaçan güneş ışığından bir parçaydı. Gözlerini ovuşturdu genç kadın. Günlerdir açmamıştı onları. Kaç gün uyuduğunu bile bilmiyordu. Gri gözlerini ufacık ışık kaynağına kaydırdı. Odada sanki binlerce lamba varmış gibi geliyordu. Öyle uzun zaman olmuştu ki ışık görmeyeli. Karnında hissettiği acıyla başını duvara yasladı. Gözlerini kapattı usulca.
Yarım saat sonra eski kapının sesiyle, uykuya dalacağı o minicik anı yakaladığı sırada gözlerini araladı. Önce karaltı olarak gördüğü genç adama ters bir bakış attı. O ise sanki bundan zevk almışçasına, bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı. Kadın vücudundaki acıyı değil, kalbindeki acıyı yansıtacak bir bakışla süzdü genç adamı. Daha yakışıklı görünüyordu. Yılların onu eskiteceğini düşünmüştü. Yanıldığını ister istemez kabul etti. Siyah saçları, alnına dökülüyordu genç adamın. Şimdi donuklaşmış, ama yıllarca genç kıza pırıltıyla bakmış ela gözlerini örtmeye çalışıyordu sanki. Genç kadın onun her zamankinden daha güçlü göründüğünü itiraf etti kendine. Ama sonra yavaş yavaş omuzları çöktü genç adamın, sırıtması silindi yüzünden.
“Kendimi seni burada görmeye hazırlamamıştım.”Sesi hüzünlü müydü? Yoksa bu karşılaşmayı kaldıramayacak kalbim mi öyle düşünmemi istiyordu? Bakışlarını çekti genç kadın. Duvarı, duvardaki böcekleri izlemeye başladı konuşmak yerine. Konuşacak ne kalmıştı ki aralarında. Kelimelere gerek kalmadan anlatmamış mıydı her şeyi ona? Neden o tarafta olduğunu, neden onun arkadaşlarını öldürmeye çalıştığını. Her şeyi ikisi de biliyordu aslında. Geriye kalanlar sadece formaliteydi. Şuan sorguya çekildiğini düşünüyor olmalıydı dışarıdakiler. Oysa genç kadın kalbinde onların düşündüğünden daha büyük bir sorguyla karşı karşıyaydı.
Neden katıldım savaşa? Neden kalbimin peşinden koşmadım? Bu kadar mı körleştirmişti seçimlerimi yapmam gerekenler? Öyle olduğunu biliyordu aslında. Gereksiz sorulardı bunlar.
“Lanet yok mu? Neden yaptığımı sormayacak mısın?”“Biliyorum.”Kızıl saçlı kadına yıllar gibi gelen uzunca bir süre bakıştılar. Zar zor çekti gözlerini genç kadın. Hafifçe dudaklarının kıvrıldığını görür gibi oldu, ama aynı anda yok oldu o minicik tebessüm de. Birden her zamankinden daha çok hoşlandı gülümsemesinden. Yıllardır ilk defa içinde neşeli kıpırtılar olduğunu hissetti. Bunu her seferinde yapıyordu genç adam. Ufacık gülümsemesiyle, genç kadının midesinde binlerce kelebeğin çırpınmasına sebep oluyordu. Kadın parmaklarını kızıl saçlarından geçirdi önce. Bunu yaparken, acıyla kasıldı bedeni. Umursamadı. Güçlü görünmesi gerekiyordu. Yıllar sonra, genç adamın karşısına güçsüz, acı dolu bedeniyle çıkamazdı. Hayal meyal genç adamın kendisine eğildiğini gördü. Sıcacık elleri yara olup olmadığını kontrol etmek için saçlarını kenara çekti. Umutsuzca, o an aralarındaki tüm bu soğukluğun bittiğini düşündü. Tanıyordu genç adamı. Acı çekmesine dayanamazdı. O kadar sevmişti çok sevmişti kadını zamanında. O zamanların eskide kaldığını hatırlayıp acıyla kapattı gözlerini. Genç adamsa canını acıttığını düşünüp hızlıca çekti ellerini.
“Canını mı acıttım?”Bunu duyabileceğini ummamıştı hiç. Kendisine soğuk davranacağını düşünmüştü. Yüzüne bile bakmadan birkaç soru sorup, gideceğini ummuştu aslında. Onunla karşılaşmaya yüzü yoktu. Genç adamın yanına oturduğunu hissederken, gözlerini araladı. Adam başını çevirmiş, kadının kızıl saçlarına bakıyordu.
Her zaman çok sevdiğini söylerdi saçlarının rengini. Sonra yüzünde takıldı bakışları. Huzursuz bir kahkaha fırladı dudaklarının arasından. Genç kadın o an irkildi. Onun böyle güldüğünü duymamıştı hiç.
“Özellikle bana verilmeni istedim.” “Neden? Acı çekmem hoşuna gitmez miydi?”“Senin acı çekmene hala dayanamam, biliyorsun.”Kızıl saçlı kadın, sinirli bir kahkaha attı. O sırada başı ağrımaya başlarken, acıyla inledi. Genç adam endişeyle kadının yara dolu yüzüne bakarken, umutsuzca mırıldandı.
“Yüzünü düzeltirsem, seninle kendileri ilgilenirler. Üzgünüm.”Bakışlarını yeniden duvara çevirirken, eskiden olsa genç adamın bu utancına kahkahalarla güleceğini düşündü. Onun ayağa kalkıp kapıya ilerlediğini duyarken, bir bakış attı. Onun suçlu bakışlarına kaşlarını çatarak dönerken, genç adamın dudaklarından bir kelime çıktı.
“Crucio.”Genç kadın o anda binlerce bıçağın vücuduna battığını hissederken, hazırlıksız yakalanmış olmanın verdiği şaşkınlıkla hayatında atmadığı kadar büyük bir çığlık attı. Genç adamın yüzü sanki aynı acıyı çekiyormuşçasına kasılırken, Lilian gözlerinin karardığını hissetti. Genç adamın çıkarken mırıldandığı cümleyi ise zar zor duydu.
“Çok üzgünüm sevgilim.”Sevgilim... Ona bunu söylemeyeli o kadar çok olmuştu ki. Kızıl saçları dağılmış bir halde bedeni yere düşmüş genç kadına baktı. Büyük bir içtenlikle her şeyin daha farklı olmasını diledi genç adam. Ummayı düşünmesi bile kendisiyle dalga geçmesine neden olmuştu. Bu saatten sonra, hiçbir şey değişmeyecekti. Cebinden çıkardığı minik iksir tüpünü genç kadının dudaklarına dayadı. Onunla uğraşmalarını bir süreliğine engelleyecek kadar uyuyabilecekti. Çıkmadan önce kadının alnına minik bir öpücük bıraktı. Ayağa kalkıp, yüzünde sahte bir zafer ifadesiyle kapıyı açarken, umut dolu bakışlarla karşı karşıya geldi.
"Anlattırdım... Hepsini."