Azur mavisi gözlerini okyanusa çevirdi genç kız. Okyanus, git gide kararmaya başlamıştı. Aslında kararan şeyin okyanus olmadığını elbette biliyordu; ancak bunu her düşündüğünde inkar etmeye çalışırdı. Kendisinin yaşam kaynağı olan okyanusun aslında kendisinden de aciz olduğu gerçeğini duymak, kabul etmek, solumak istemezdi. Hep bunu daha da ileriye atar, ondan kurtulduğunu düşünürdü; ama bazı gerçekler vardı. Karşına çıktığı anda bütün ömrünü hiç yaşamamayı dilersin. Öyle bir gerçekle de karşılaşmak istemiyordu. Okyanusa yeniden çevirdi gözlerini. Bir kayanın üzerine oturmuştu ve rüzgar sanki ortama daha nahoş bir hava vermek istercesine esiyor ve genç kızın sırma, uzun saçlarını uçuşturuyordu. Rüzgarın onun kulağına fısıldadığını da hissediyordu. Rüzgar çok kibirliydi, onun kabul etmek istemediği gerçekleri ona hatırlatmak istercesine kulağına doluyordu. Genç kız gözlerini indirdi ve kafasını salladı. Rüzgarın fısıltı gibi kulağına dolmasını istemiyordu. Sadece okyanusun dalgalara vuruşundan çıkan sesi dinlemek istiyordu. Rüzgarın ise pes etmeye niyeti yoktu. Bugün bütün gerçekliğiyle genç kızın karşısına çıkacaktı. Gerçekleri kabul etmesini sağlayacaktı. Bu saklambacın sonuna varması gerekiyordu. Hep kaçıyordu genç kız bundan.
Genç kız, kibirli rüzgarın fısıltısından kurtulmak için ellerini kulaklarına götürdü. İstemiyordu, inkar etmek istiyordu. Bunu kabul etmeyecekti. Gözlerini de kapattı. Şimdi ne duyuyor ne de görüyordu. İstediği olmuştu. Sadece okyanusun kokusu burnuna doluyordu. Rüzgar ise acımasızdı. Aniden kesiliverdi. Bir bariyer gibi okyanus ve genç kızın arasına girdi. Artık genç kızın o çok sevdiği tuzlu koku yok olmuştu. Sinirle gözlerini açtı ve ellerini kulaklarından indirdi genç kız. Rüzgara bağırmak istiyordu içinden; ama Tanrıların hepsine de saygı duyması gerektiğini bilirdi. Bu yüzden hiçbir şey yapmadı. Kayanın üzerindeki bir noktaya gözlerini sabitledi ve bekledi. Çığlıklar kulağına dolmaya başlayınca dayanamadı ve gözlerini kaldırdı. Okyanus gittikçe kararıyordu, çünkü gökler kararıyordu. Genç kız hemen başka tarafa baktı. Bunu kabul etmek istemedi yeniden. Kendini o kadar çok sıkmıştı ki sonunda ilk patlak veren göz pınarları oldu.
Pınarlarından süzülen yaş damlaları yüzünde kademe kademe düşüyordu. Dudağı tuzlu suyla ıslanınca hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Elini kaldırdı ve parmağının ucuyla dudağını sildi. Tuzlu suyun tatlılığını hissedince buna hazır olduğunu fark etti. Gözlerini kaldırdı ve ufuk çizgisine, gökyüzü ve okyanusun birleştiği yere baktı. Mavi gözleri biraz önce akıttığı damlayla birlikte pırıl pırıl parlıyordu. Kendini hazır hissettiğini biliyordu. Bakışlarını yeniden denize getirdi.
Deniz, kendi rengini seçemiyordu. Gök ne derse ona uymak zorundaydı. Hep mavi kalabiliyor muydu; ya da hep beyaz? Gök ne renk olursa o oluyordu. Şimdi hava kararıyordu; deniz de git gide siyahileşmeye başlıyordu. Başka şansı yoktu. Deniz, özgürlüğü temsil eder der kimileri… Uçsuz bucaksızdır ya. İnsanlar oturur ve şimdi oturan genç kız gibi uzakları seyrederler. Özgürlüğü bulduklarını düşünürler. Oysa orada ufuk çizgisi vardır. Denizin kafesidir o. Deniz aslında görünmeyen kelepçelerle göğe bağlıdır. Özgürlüğü temsil edemeyecek kadar acizdir, aslında o bir köledir.
Genç kızın gözleri iyice yaşlanmıştı. Ellerine baktı ve orada görünmez kelepçeleri gördü. Bağlıydı, özgür değildi. Bir köle gibi acizdi; ama tuzlu suyun tatlılığında bir köle olarak yaşamayı diğer her şeye tercih ederdi. O buydu, başka hiçbir davet onu kendisine çekmezdi. Yolunu seçmişti. Tuzlu suyun tatlılığında yaşayacaktı. Kabul ettiği bu gerçek üzerine gönlünün daha hafiflediğini hissediyordu.
Genç kız asasını sıkıca kavradı ve içine bir şeylerin dolduğunu, rahatlamaya başladığını hissetti. Her asasını eline aldığında bu hisler tekrarlardı. Tanıdık bu duyguları yaşamak hoşuna giderdi. Derin bir nefes aldı. Rüzgarın artık yüzüne nüfuz etmesinden yakınmıyordu. Artık biliyordu, kabul ediyordu. Üzerindeki ipek beyaz elbise genç kızın hafiften titremesine yol açmıştı. Çünkü gece gittikçe ortaya çıkıyordu. Ellerini omzuna götürdü ve ısınmak için ellerini omuzlarında gezdirdi. Birden ellerinin üstünde bir şey hissetti. Bu ani hisle hızlıca kafasını geriye çevirdi. Genç bir adam üstüne Gryffindor cüppesini koymuştu. Genç kız önce ne yapacağını bilemedi bir an için; daha sonra telaşın faydasız olduğunu fark etti. Sırtına tam oturmamış Gryffindor cüppesini aldı ve sıkıca sarındı. Artık deminki kadar üşümüyordu. O tanıdık koku ve tanıdık sıcaklık onu şimdiden ısıtmıştı.
Azur mavisi gözlerini kaldırdı ve yanına gelmiş olan genç adama baktı. Genç adam yanına oturmuş ve onun biraz önce baktığı okyanusa bakmaya başlamıştı. Zümrüt yeşili gözleri vardı. Daha derinlerde bir sürü şey saklıydı. Yüz çizgilerinde yaşının vermiş olduğu olgunluktan ziyade, yaşadıklarının vermiş olduğu olgunluk vardı. Simsiyah karışık saçları ise güneşin yok olduğu şu dakikada geceye katılmaya hazır bir asker gibi bekliyordu. Güneş batınca ay çiçekleri de yönlerini şaşırır ya, genç adamın saçları da öyleydi. Hepsi başka bir yere bakıyordu. Genç kız, genç adamın saçlarındaki karışıklığı görünce gülümsedi.
"Naber yosun dolması?" dedi ve gülümsedi genç kız. Gözleri bir yosunu andırırdı kimi zaman genç kıza. Karşısındaki genç adam ise bu defa gülümsemedi. Bunu her dediğinde dayanamadan gülerdi oysa. Tam aksine gözleri daha da keskinleşti. Sonunda yeşil gözlerini genç kıza çevirdi. Yeşil gözleri olmayan güneşe rağmen parıldarken genç kız, genç adamdaki garipliğin nedeninin ne olduğunu düşünüyordu. "Heyy yosu-" genç adam aniden genç kızı susturdu. Genç kız, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu; ama koskocaman bir boşluk söz konusuydu. "Artık yeter, oyunu bırak." diye fısıldadı genç adam. Genç adamın sesi genç kızın kulağına melodi gibi girerken kaşlarını çattı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı.
"Ben-ben anlamıyorum ne oyunu?" diye sordu genç kız. Genç adamın suratındaki kararlılık ve kendine güvenden etkilenmişti. Bir şeyler biliyor ya da bir şeyler yapıyordu. Genç adam derin bir nefes aldı ve genç kızın gözlerinin içine baktı. "Artık yeter, artık oynadığın oyunu bırak." diye fısıldadı. Genç kızın kalbi aniden hızlı hızlı çarpmaya başladı. Gözlerini hemen başka bir yere çevirdi; ama genç adam pes etmeye niyetli değildi. Yerinden kalktı ve ani bir hareketle genç kızın baktığı yere geçti, şimdi tam önünde duruyordu. Bacaklarını hafifçe kırmıştı. Genç kızın yüzüyle aynı hizada olmaya çalışıyordu. Genç kız, genç adamın zümrüt yeşili gözlerini görünce başka yere bakmayı üşündü aniden; ama bunun anlamsız olduğunu fark edince gözlerini kaldırdı ve inatla genç adama baktı. Bu bakışta gelecek her şeye hazırım sözleri gizliydi.
"Bıkmadın mı oyunlardan, insanları kandırmaktan?" diye mırıldandı. Elini kaldırdı ve genç kızın dudağının kenarında duran hiç bozulmayan tebessümün üzerine parmaklarını koydu. "Bunu yapmak için ne kadar uğraşıyorsun?" diye fısıldadı. Genç kız, aniden ne yapacağını bilemedi. Hiç bozulmayan tebessüm bir saniyeliğine de olsa bozulmuştu; ama genç kız tebessümünü geri kazandı ve derin bir nefes aldı. "Ona ihtiyacım olduğunu biliyorsun." diye mırıldandı. "Hayır, ihtiyacın yok. Ona hiçbir zaman ihtiyacın olmadı. İyi biri olduğunu sanıyorsun; ama Voldemort'tan, ölüm yiyenlerden, bütün Slytherinli'lerden daha kötüsün." Diye bağırdı. Genç kız adamın aşırı tepkisi üzerine yalpaladı. Bir süre mavi gözleri boş boş bakındı. Daha sonra kendini toparlayınca karşı çıkmak üzere ağzını açtı ama bu sefer genç adamın parmakları tarafından susturuldu. "Herkese oyun oynadın. Sen koca bir yalancısın. Kendine bile oyun oynuyorsun artık. Neden, neden sürekli oyunlar oynuyorsun?" dedi. Genç kız dayanamamıştı, aniden yerinden kalktı. Kayanın üzerinde çok fazla yer yoktu; aşağısı okyanustu. Genç adam, bir an için dengesini kaybetti; ama düşmedi, sadece yalpaladı.
"Ben, kötü değilim. Sadece sadece... İhtiyacım olanı yaptım. Sen sen nasıl benimle böyle konuşuyorsun? Ne biliyorsun ki?" diye mırıldandı. Bu kadar çabuk güçsüzleşeceğini bilmiyordu. Derin bir nefes aldı ve kendine gelmeye çalıştı. Genç adam bir adım yaklaşmış, kızın yanına gelmişti. “Seni biliyorum Pearl; ya da her neysen… Geçmişin, fazla karışık değil mi? Peki ya sen neden, neden böylesin?” diye mırıldandı. Genç kızın mavi gözleri yeniden dolmaya başlamıştı. “Kes şunu.” Diye bütün gücüyle haykırdı genç kız. Yapacağı bir şey yoktu. Okyanusun ortasında genç adamla yalnız başlarınaydılar. Onu dinlemek zorundaydı. Genç adam yanına yaklaştı. “Oyunların artık yetti, arkadaşlarına sürekli olmadığın biri gibi davranmak koymuyor mu? Sen bu değilsin. Hiçbir zaman olmadın.” Dedi, genç kız, genç adamın nefesini yanında hissediyordu. Yüzüne vurulan şeyler bir tokattan daha ağırdı. “Ama ama ben-ben Pear-“ sözünü bitiremeden yeniden atıldı genç adam. “Sen Pearl değilsin. Hiçbir zaman olmadın.” Dedi ve sustu. Genç kızın nefes alamadığını görüyordu. Birkaç adım kayanın üzerinde geri gitti ve genç kızın nefes almasına izin verdi. “Anlamıyor musun? Ona ihtiyacım var.” Diye ağlamaklı konuştu genç kız. “Hayır, ihtiyacın yok. İhtiyacın olan tek şey kendin.” Genç kız artık dayanamıyordu. Nefesi gittikçe kesilmeye başlamıştı. Astım falan gibi bir hastalığı yoktu; ama ciğerlerinde bir şey vardı ve şu anda çözümleyemiyordu.
“Kendimi bulamıyorum. Bulamam da, benden böyle şeyler isteme.” Dedi ve arkasını döndü genç kız. Cisimlenmeyi geçirdi içinden; yapmaktan emin değildi; ama birden kaçma düşüncesi ona çok sıcak gelmişti. “Yaşadığın onca şey, seni mutlu ediyor mu?” dedi, sorulması gereken soruyu sormuştu. Genç kız, yaşlı gözlerini kaldırdı ve genç adama baktı. Cüppesi havada uçuşuyor, cüppesinin altındaki elbisesi ayrı uçuşuyordu. Genç kızın tek söyleyebildiği “Hayır.” Olmuştu. Dayanamadan yere yığıldı. Dizleri sert kayaya çarpmıştı. Kanayacağını biliyordu; ama umursamadı. Ayakta durabilecek hali yoktu çünkü. Genç adam da yanına yavaşça çöktü ama suratı genç kızdan apayrı bir yere dönüktü.
“Ama hiçbir şey yapamam. Buna mahkumum.” Genç kız fısıldayarak konuşmuştu. “Aslında mahkum değilsin. Bir yolu var. Her şeye baştan başlayabilirsin.” Genç adam genç kızın arkasında bu sözcükleri mırıldanmıştı. Genç kız gözlerini kapattı. “Ne yapacağım, ölüp yeniden mi dirileceğim. Artık her şey için çok geç.” Dedi ve gözlerini devirdi. Dizlerinden süzülen kan, yavaş yavaş bacaklarını ıslatıyordu. Elbisesinin uçları da kırmızıya bulanmaya başlamıştı; ama genç kızın pek de umurunda değildi. Genç adam ellerini genç kızın omzuna koydu. Genç kızın saçları uçuşup genç adamın suratına çarparken şekerimsi bir koku çalındı burnuna. “Hafızanı silebilirim.” Bu sefer çok derinden bir şekilde mırıldanmıştı. O kararlı sesi, biraz cılızlaşmış yerini endişe ve kararsızlığa bırakmıştı. Genç kız birden ne diyeceğini bilemedi. Onca anısına hoşça kal diyemezdi. Mutsuz olabilirdi; ama onca yaşanılan şeyler… Bütün ömrü, her şeyi bir kenara bırakamazdı. Onların hepsine ihtiyacı vardı. Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edemezdi. Bu dünyada yaşayan tek kendisi değildi; arkadaşları, dostları, Madam Carmen… Hepsini unutmak… Bunlar fazlaydı. “Haklısın, geride bıraktıkların var; ama bir düşün. Onların hepsine yalanlar söyledin; oyunlar oynadın. Ne daha fazla oyun oyna. Ne de daha fazla acı çek.” Dedi, genç kızın elbisesinin etek kısmı şimdi tamamen kana bulanmıştı.
Genç kız, ne yapacağını bilmiyordu; genç adama döndü ve gülümsedi. “Tamam, yap şu işi.” Dedi; bir Gryffindor’lunun bütün özelliklerini taşıyordu. Ani verilen kararlar, deli cesareti… Üzerinde bulunan cüppeye daha da sarıldı. Şimdi ayaktaydı ve kendini güçlü hissediyordu. Karşısındaki genç adam, genç kıza elini uzattı ve tutmasını istedi. Genç kız çekinerek de olsa genç adamın elini tuttu. “Bunu nerede yapmamı istiyorsun?” diye mırıldandı genç adam. “Hiç bekleme şimdi, burada yap ve sonra git.” Diye mırıldandı. “Hayır, gitmeyeceğim. Tek başına hiçbir şey hatırlamazsın. Sonra okyanusun ortasında nereye gitmeyi planlıyorsun? Büyüleri falan hatırlamanı sağlayabilirim; ama sadece o kadar.” Dedi, sesinde gitmeyeceğini söyleyen cüretkar bir tavır vardı. Genç kız her zamanki gibi gülümsedi. “Eğer gideceğine söz vermezsen bunu yapmam.” Dedi. Genç adamın pes edeceğini biliyordu. Bazı şeyleri kendisinin yapması gerektiğini biliyordu. “Peki, öyle olsun.” Dedi ve genç kızın elini daha sıkıca kavradı.
Onun uzanmasına yardım etti. Başının altına da kendi üzerindeki ceketi koydu. Genç kız, bembeyaz elbisesi, çıplak ayakları ve kanlı bacaklarıyla çok garip ve farklı duruyordu. Kıvırcık saçları, genç adamın ceketinde kademe kademe yayılırken Gryffindor cüppesini çıkarmamıştı, bir çarşaf görevi görmüştü ona hiç çıkarmadığı cüppesi. “Canım yanar mı ?” diye fısıldadı genç kız. Sesi titrek çıkmıştı. “Merak etme, hissetmeyeceksin bile.” Genç adamın güven veren sesi onu rahatlatmıştı. Genç adam asasını kaldırmıştı. “Dur bekle.” Genç adamın elini yakaladı ve tuttu. “Son defa sana bakmak istiyorum. Son gördüğüm zümrüt yeşili gözlerin olsun.” Diye mırıldandı. Genç adamın da gözleri dolmaya başlamıştı. Ağladığını belli etmemek için gözlerini kapattı. Kontrolü ele alana kadar bekledi. “Heey, gözlerine bakıyordum.” Diyen sesi duyunca gözlerini açtı. Dudaklarına bir gülümseme konmuştu genç adamın.
Genç kızın ağlamaktan tuzlanmış suratını eliyle sildi ve dudaklarını genç kızın alnına dayadı. Genç kız, avucundaki eli daha da sıkı sıkmaya başladı. “Obliviate” diye mırıldandı genç adam. Asasından çıkan ışık yerde gözleri kapalı kızın içine işlerken bazı şeyler yitiriliyordu. Genç kızın yaşadıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Genç adamın eli titremeye başlamıştı. Zorlanıyordu, canı yanıyordu. Çığlık atmak her yere haykırmak istiyordu; ama kendisini tuttu. Işık yavaş yavaş söndüğünde ise genç adam başını kaldırdı. Genç kız uyuyordu. Uyandığında burada olmayacağına söz verdiğini biliyordu; ama gidemiyordu.
Ayakları tutmuyordu. Doğrulamıyordu. Elinden asasını düşürdü genç adam. Asa, tok bir sesle kayanın üzerine düştü ve durdu. Genç adamın zümrüt yeşili gözleri, yaşlarla yaşlanmıştı. Sanki bir günde yaşlanmış gibiydi. Gözlerinin altı morarmıştı. Genç kız, her zamanki tebessümünden ırak bir şekilde ilk defa uyurken, birden kendini suçlu hisseti genç adam. Genç kızın alnına yeniden dudaklarını bastırdı ve geri çekti. Boynundan sarkan Akşam Yıldızı’nı görebiliyordu. Ellerini kolyenin üzerine koydu ve gözlerini kapattı. Bir süre öylece kalakaldı. Ardından genç kıza verdiği sözü hatırladı ve ayağa kalktı. Genç kızın kendi asasını Gryffindor cüppesinin içine koydu. Kendi asasını kavradı ve küçücük bir pof sesiyle cisimlendi.
Güneşin öptüğü kirpikler yavaşça açılırken genç kız sadece yorgun olduğunu hissediyordu. Burnuna nüfuz eden tuzlu su kokusu ise ciğerlerini açıyordu. Gözlerini tamamen açtı ve doğruldu. Mavi uzunnncana giden bir yerin ortasında bir kayadaydı. Çevresine baktı önce şaşkın şaşkın. Ardından dizlerini karnına doğru çekti. Burnuna kurumuş kan kokusu da geliyordu. Anlamlandıramıyordu… Koskoca bir hiçlik… Tek hatırladığı bir çift yeşil göz ve bir aslan figürüydü…