Andrej biraz önce ormana düşen bir yıldırım gördüğüne emindi; ancak bunu dile getirince birlikte olduğu arkadaşları ona boş gözlerle bakmışlardı. Zar zor bir bahane bulup yanlarından ayrılmış, hayretle ona bakan gözler eşliğinde klübesine doğru yola koyulmuştu. Görünüş menzilinden çıktığı anda da ormana doğru koşar adımlarla ilerleme başlamıştı. Sık ağaçların başladığı sınıra geldiğinde hiç tereddüt etmeden ormana daldı. Derin bir sessizlik hakimdi. Andrej açıkçası ne aradığını bilmiyordu. Neden ormanda olduğunu da bilmiyordu. Sadece derinliklere doğru ilerlemesi gerektiğini düşünüyordu. Bir süre yürüdükten sonra karanlık ormanın florasanı andıran mavi bir ışıkla aydınlanmaya başladığını fark etti. Ağaçlar ay ışığını geçirmeyecek kadar sık olduğu halde, yol aldıkça etraf aydınlanıyordu. En sonunda ağaç olmayan boş, küçük bir alana çıktı. İşin garibi burada çatı görevi gören ağaç yaprakları yanmışlardı ve ileride, boşluğun tam ortasında mavi bir elektirik topağı cazırdıyordu. Andrej temkinli adımlar ilerleyip bunun ne olduğunu anlamaya çalıştı. Derken topak parlayarak çaktı ve Andrej çarpılmamak için kendini geriye doğru attı. Gözünü alan aşırı parlak, mavi elektrikten korunmak için kolunu eline siper etti. Sonra yavaşça cisme doğru ilerledi.
Yaklaştıkça bunun sadece bir eletrik topağından ibaret olmadığı fark etti. Bu bir... Bu bir çeşit dört bacaklı yaratıktı; ancak normalden ölümlü bir hayvana benzemiyordu. Andrej hayvan kanatlarından tanıdı. Daha kampın ahırlarında pek çoğundan görmüştü. Bu bir pegasustu; ancak sıradan bir pegasus olmadığı açıktı. Füme rengi vücudu oldukça dikkat çekiciydi. Şaşırtıcı yanı ise elektirik gibi parlayan kuyruğu, yeleleri ve gözleri vardı. Andrej oldukça etkilenmişti ve istemeden de olsa hayvana doğru atıldı. Elini hayvanın bedenine deydirdiği anda bir elektriklenme hissetti. Sonra hoşnutlukla sırıttı. "Senin adın Eleac. Merhaba oğlum."