5 yıl önce...
"Bu yaşımda çekilecek çile mi bu?" diye mırıldandım Büyük Ev denen yerden çıktığımda. Az önce bünyeme fazla kaçacak derecede bilgiyle yüklenmiştim. Sıradan bir insan olmadığımı, DNA'larımın yarısının bir Tanrı'dan geldiğini öğrenmiştim. Üstelik bu Tanrı Hephaistos'tu, yani Mitoloji Tarihi dersliğinde en çok dalga geçilen Tanrı... Ben hiçbir zaman bu konuşmalara katılmamıştım, genelde sınıfın en arkasında oturup kitabı karıştırırdım. Bundan sıkıldığımda da o dönemden birini beğenip hayatını anlatan hikayeler yazardım. Bu yüzden dalga geçilenlerden biri de bendim sınıfta ama buna zaten alışıktım. Bu yüzden yedi yaşımdan beri karate, judo ve taekwondo gibi dövüş sanatlarına ilgi sarmıştım. Kısa sürede okulun korkulan tipi olmuştum ve bununla hiçbir sorunum yoktu. Yaklaşık on kişilik bir arkadaş çevrem vardı ve onlar da bana yetiyordu. Şimdi yanımda ne onlar vardı, ne de bütün anormalliklerimi büyük bir sabırla karşılayan annem... Gerçi benim gibi 'anormal'lerin toplandığı bu Kamp rüya gibi bir yerdi. Demin Büyük Ev'de anlatıldığına göre her türlü dünya mutfağından yemek bulunduran bir yemekhane bile burada kalmamı sağlayacak bir şeydi. Fakat onların da dediği gibi Kamp'a çok erken gelmiştim, on üç yaşında bir melezle ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Onlara geri dönmeyi çok istediğimi söyledim, fakat bunun çok tehlikeli olduğunu söylediler. Bir de gözümün içine bakarak aralarında fısıldaştılar ve bu hareketleri geri dönmemin gerçekten tehlikeli olduğuna beni inandırdı. Ardından 9. kulübeye, yani Hephaistos'un kulübesine gitmemi söylediler. Birkaç saat içinde bir melez gelip bana Kamp'ı gezdirecekmiş. Ben de omuz silktim ve içinde birkaç kıyafetten başka bir şey olmayan bavulumla birlikte dokuzuncu kulübeyi aramaya koyuldum.
Bu iş fazla uzun sürmedi, çünkü kulübe öğlen güneşinin altında parıl parıl parlıyordu. Duvarlar ya tamamen çelikten yapılmışlardı, ya da üzeri çelik kaplamalarla doluydu. Bahçeyi çevreleyen çitlerse daha çok rastgele yerleştirilmiş demir çubuklara benziyordu. Ne fazla ürkütücüydü, ne de normal bir havası vardı. Bu yüzden burayı şimdiden sevdiğime karar vererek kapının önünde dikildim. Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım ve içeriden bir ses "Kapı açık, girebilirsin." diye bağırdı. Kapıyı yavaşça açtım ve bunu yaparken elimin titrediğini fark ederek kendime sakin olmam gerektiğini hatırlattım. İçeride sadece bir kız vardı. Benden üç dört yaş büyük duruyordu. İlk dikkat ettiğim şey ne kadar uzun ve kaslı olduğuydu. Bir kız için fazla gelişmişti ama yüzüne bakınca vücuduyla ters orantılı bir şekilde güzel olduğunu fark ettim. Bir anda bembeyaz dişlerini gösteren bir gülümsemeyle yanıma geldi ve "Sanırım sen yeni küçük kardeşimizsin. Benim adım Narcissa fakat herkes Cissy der. Hephaistos kulübesinin en büyüğü ve kulübe lideriyim. Sahi senin adın ne? Ayrıca çok küçük duruyorsun, yaşın kaç senin?" dedi. Daha sonra cevap vermeme fırsat vermeden elini kafasına vurdu ve "Ya da önce sana odanı göstereyim, daha sonra doya doya konuşuruz. Yorgun görünüyorsun, her şey üst üste gelmiş olmalı. Hep öyle olur zaten." dedi. İçimden "Nasıl bu kadar çok konuşabiliyorsun?" demek geçti ama bunu yapacak kadar cesaretli değildim. Hele ilk günden sivri dilimi göstermek istemiyordum. Odamı gösterdiğinde ona teşekkür ettim ve on beş dakika içinde geleceğimi söyledim. Ardından odama döndüm ve yatağımın yumuşak olduğunu umarak üstüne atladım. Eski yatağım kadar yumuşak olmasa da hiç yoktan boyutları daha büyüktü. Biraz orada kalıp çelik mavisi tavanı izledim. Hayatımın gidişatını merak etmeye başladığım anda kalktım ve kıyafetlerimi dolaba dizmeye başladım. Kitaplıkta birkaç kitap görünce merakla oraya gittim ve isimlerini okudum. 'Yeni Başlayanlar İçin Çelik Eritme', 'Silah Yapımı: Sanat mı, Cinayet mi?' gibi isimleri vardı. "Çok sürükleyici olduğunuza eminim, ama şimdi başka işlerim var." dedim ve odamdan çıkmak üzereyken dönüp şöyle bir baktım. Bu geri kalan hayatımın ilk günüydü.