Unutmanın mümkün olmadığına inandığım bir şeyi unutmuştum. Beş yıl önce bugünlerde ölüme çok yaklaşmıştım, ama malesef elimi uzattığımda boşluğu tutabilmiştim. Tanrıça Atropos beni kabul etmemişti. Melez rüyalarımdan birinde "Daha zamanın var, kaderin senin için planları var." deyip yok olmuştu. Ben de ona saygılarımı sunup çekmem gereken hayata dönmüştüm. Bu süre zarfında üç Moira ile konuşmuştum, kahin Tanrı Apollon'la konuşmuştum, hatta beni kabul etmesi için Tanrı Hades ile bile konuşmuştum. Moira'lar kaderi gevelemişlerdi ağızlarında, Apollon bir şey söyleyemeyeceğini, Hades ise böyle bir şey yaparsa babama hesap vermesi gerektiğini. Sonunda Tanrıların da Tanrıçaların da ömrümün tek bir zerresine önem vermediklerini fark ettim ve Iason'un ölümüne olan duygularımı kimseyle paylaşmamaya başladım. Cissy Kamp'ı terk ettiğinde hiç arkadaşım kalmamıştı artık. Kulübe lideri olduğum için kardeşlerimin sorunlarıyla ilgilenmem gerekiyordu. Hayata dönmem gerekiyordu. Fakat malesef bu hayata dönme işini abartıp o günü unutmuştum. Tanrıça Demeter'in binlerce defa dediği gibi "Yaptığım tek şey hayatı kendime zehir etmek."ti belki ama acı çekmek artık bir tür bağımlılıktı benim için. Fakat ne yaparsam yapayım iki buçuk yılın sonunda hayata dönmem gerekti. Antrenmanlarla başladım, sonra kardeşlerime silah yapmayı öğrettim, daha sonra yeni gelen melezlere Kamp'ı tanıtmaya başladım. Demeter'e kalsa bütün görevleri bana verecekti, fakat üzerime fazla gelmemesini istedim.
İşte dün de böyle olmuştu, yeni bir Ares melezi gelmişti. Biraz sorunlu bir tip olduğu için tüm gün onunla uğraşmıştım. Burnu Zeus'un tahtına kadar ulaşıp onun namahrem yerlerini rahatsız edebilecek kadar havada olan bu meleze bir ders vermek için tüm günümü harcamıştım. Sonunda yorgun bir şekilde odama dönüp su içerken dolabın kapağındaki takvimde bugünün tarihini görünce beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ama ne üzüntü hissettim, ne de pişmanlık. Sanırım alışmaya başlamıştım. İşte bu beni korkutuyordu. Bu yüzden hemen Hermes kulübesine gittim ve kapıyı açan melezi ezip geçerek tek tanıdığım Hermes melezi olan Amy'nin yanına gittim. Bu girişimden korkmuş gibi görünüyordu, fakat neyse ki sesim gayet aklı başında çıkmıştı. "Amy, kulübede ufak bir karaoke partisi düzenliyoruz, fakat şarkı söylemeye çekinenler var. Acilen bir şişe viskiye ihtiyacım var." dedim. Amy bir an tereddüt ettikten sonra görmeme izin vermediği bir yerden İskoç viskisi getirdi. Ona bunu en kısa zamanda telafi edeceğimi söyleyip kulübelerinden çıktım. Ardından nereye gideceğimi bilemez bir şekilde Kamp Meydanı'nın ortasında dikildim. Sonunda Long Island'a gitmeye karar verdim. Oraya varmadan önce açtığım viski şişesi birkaç dakika içinde içindeki her şeyi bitirdi. Şişenin mi içtiğini, benim mi içtiğimi anlayamamıştım. Saçmalamaya başladığımı fark ederek rüzgardan korunabileceğim bir yer aramaya koyuldum. Sonunda bulamadım ve kendimi yere atıp uykuya daldım.
Uyandığımda her tarafım kum olmuştu, ağzımda metalik bir tat vardı, başım ise ağrımak üzereydi. Klasik olarak bir daha içmeyeceğim filan demedim kendi kendime. Onun yerine şişenin dibinde biraz viski kalmıştır umuduyla baktım fakat hiçbir şey bulamadım. Ne yapacağımı düşünerek etrafa bakındım. Sonunda yine pes ettim ve sakin sakin kumlara çarpan denizi izlemeye başladım. Belki de sakinleşmem gerekiyordu, unutmuş olmam iyi bir şey olabilirdi. "Kendini kandırma Conan." diye mırıldandım. Bu sırada solumdan bir ses "Kendi kendine mi konuşuyorsun melez?" dedi. İrkilerek oraya döndüm ve ağzıma gelen sözler boğazıma tıkandı. Soğuk bir çift göz beni yerime mıhlamayı başaramamıştı malesef, anında ayağa kalktım ve "Varlığıyla yanımı onurlandırabilecek tek kişi sizsiniz Tanrıça Nemesis." dedim. Nemesis'in yüzünde bir gülümseme oluştu. Bu gülümseme insanın içini titretecek derecede korkutucuydu, aynı zamanda da güven veriyordu. Nemesis hiçbir şey demeden bir el hareketiyle az önce oturduğum yerde bir kilim oluşturdu. Ardından oturmamı işaret etti. Bana yakın davranıyor olması pek hayra alamet değildi ama Olimpos'ta saygı duyduğum sayılı Tanrıçalardan biri olduğu için dediğini yaptım. Ne diyeceğimi bilemeyerek denizi izlemeye başlamıştım ki Nemesis beni bu dertten kurtarıp "Bunca yıl yanıma gelmeni beklemiştir Theodulus, fakat sen benim yerime kader tanrıçalarına ve ölüm tanrısına inandın. Artık sabrım taştı ve ziyaretine geldim." dedi. Oha falan oldum o anda. Ve Tanrıça Nemesis'i ziyaret etmeyişimin nedenlerini düşünmeye başladım. Sanırım en büyük neden ahmaklığımdı. Kadere inanmayı annem aşılamıştı bana, içten içe bu özelliğinden nefret ediyor olsam da mecbur kalmıştım. Oysa intikam, kaderin yanında çok daha onurluydu. İçimden bir ürperti geçti ve Nemesis'in beni izlediğini, düşüncelerimi hissettiğini anladım. Ona döndüm ve "Üzgünüm Tanrıçam, sizin engin bilgilerinizdi beni kurtaracak olan. Ama hiçbir şey için geç değil diye umuyorum. Yardımınızla Olimpos şehrine yerleşebilirim. Ve oraya ulaştığımda da emin olun tek güveneceğim kişi siz olacaksınız." dedim. Ardından Nemesis pelerininin içinden bir yüzük çıkardı. Kapkara bir taşın üzerinde kıpkırmızı bir yakut vardı. İnsanın içini harekete geçiriyordu bu yakut. Nemesis yüzüğün üzerimdeki etkisinden hoşnut bir şekilde gülümseyerek "Burada seni ateşliyecek binlerce söz söyleyebilirim. Fakat daha önemli işlerim var, o yüzden sadece bu yüzükle yetinmen gerekecek. İntikam alevin söndüğünde bu yüzük amaçlarını ve hatıralarını canlandıracak." dedi. Yüzüğü elime aldığım anda bir ateş parladı ve beni sahilde düşüncelerle yalnız bıraktı.