Heroes Of Olympus Yunanlı ve Romalı melezler karşı karşıya geliyor, güçler çarpışıyor! |
|
| Anıların içinde. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Diana Blake Daryn Mars Çocuğu | XII. Lejyon'un II. Yargıcı
Lakap : Cesaretin varsa? Mesaj Sayısı : 101 Drahmi : 69 Kayıt tarihi : 26/10/11
| Konu: Anıların içinde. C.tesi Kas. 05, 2011 11:03 pm | |
| Beşinci kohortun kapısını tıklatırken, içeride birinin olup olmadığını merak ediyordu. Dört yıl önce, bu barakadan ayrıldığı için sevinmişti Diana. Yine de kampa ilk geldiğinde ona sahip çıkıp, iki yıl içinde barındıran kohortu unutamıyordu. Yargıçlık görevlerinin ağırlığı bile bunu sağlamıyordu. Henüz yeni bitmiş bir toplantıdan geliyordu ve tüm kohort komutanları ile yaptığı konuşmada durumun ciddiyetinin özellikle üstünde durmuştu. Derin bir nefes aldı, yoldan hala melezler geçiyordu, eğer onu böyle görürlerse kampın sonu gelirdi. Yargıçlar güçlü olmalıydı, liderler zayıf olmamalıydı. O bir liderdi, görüntüsünü korumalıydı. On ikinci lejyonda geçirdiği altıncı yılında, mimiklerini kontrol etmeyi öğrendiği için gurur duydu kendisiyle. Gözleri, aşina olduğu sesle düşüncelerinden sıyrılıp açılan kapıya odaklandı. Karşısında, kohortunda ilk edindiği dostu duruyordu. Yüzündeki sahte ciddi ifadeyi bozmadan ona baktı ve resmi bir gülümseme ile içeri girdi. Audrey kapıyı kapattıktan sonra, ona doğru döndü. Diana'nın yüzündeki ciddi ifade kaybolmuş, yerini içten ve sıcak bir ifade almıştı. Yakın arkadaşına gülerek sarıldıktan sonra, pek de rahat olmayan koltuğa oturdu. Anılar belirmeye başlarken, gözlerinde özlem ışıltısının ortaya çıktığını hissediyordu. Altı yıl önce,
Koşmalıydı, bunu yapabilirdi Diana. Peşinden gelen gorgonlara bakmamaya çalışarak hızını arttırdı. Fakat on bir yaşındaki küçük bir kıza göre kendini fazla zorlamıştı. Ayak kaslarını hareket ettirecek enerji kendini üretmekte zorlanıyordu, kız her an oksijen eksikliğinden gidebileceğini düşünüyordu. Kasları yanıyor, sanki ona durması için yalvarıyordu. Duramazdı Diana. Ölüm ona bu kadar yakınken durmaya gücü yetmezdi. "İmdat!" sesini duyurabilmek için umutsuzca çırpınıyordu sanki. Yanından geçen insanların ona aldırdığı yoktu. Lupa'nın ona öğrettiklerini hatırladı kız, sis olabilir miydi? Bilmiyordu fakat korktuğu kesindi. Yılan tıslamalarını az da olsa duyabilmeye başlamıştı. Lupa ona güneye gitmesi gerektiğini söylemişti ve Diana da gitmişti. Şimdi sadece içgüdülerine göre hareket ediyordu. Yokuş aşağı koşarken, kız fark etmeden bir tünele yöneldiğini fark etti. Savaşmak istiyordu aslında, ama öncelikle kampa ulaşmalıydı. Eğer silahı olsaydı... Ama yoktu, kendi başınaydı. Kimin çocuğu olduğunu bilmiyordu, bilse yardım isteyebilirdi. Tünele doğru koşmaya devam etti on bir yaşındaki Diana. Oradaki iki bedeni görmüştü. Biri ona saldırmak üzere harekete geçmişti bile. "Durun, ben melezim, düşman değil!" diye bağırdı onlara. Kıza dikkatli bir şekilde bakan diğerine durmasını işaret ettikten sonra yeniden onu gösterdi. Ama Diana onun neyi gösterdiğini anlamayacak kadar salak değildi. Arkasına baksa ona yaklaşan gorgonları görebilirdi.
Diana, uzun süren kamp gezisi, ona yardımcı olacak ve emirlerini verecek yargıçla danışmanın ardından kohortuna seçilmişti. Diana'yı kurtaran kız onu kendi kohortu olan beşinci kohorta almıştı. Diana'nın orasının iyi bir yer olmasını ummaktan başka bir çaresi yoktu. Diğerleri ile birlikte içeri girerken, yanına birinin gelmesiyle anında saldırı pozisyonu aldı. Fakat kız ona zarar verecek gibi görünmüyordu, yaşıtı gibiydi ve gülümsüyordu. Bunun üzerine Diana eski haline döndü ve meraklı bir şekilde bakmaya başladı. Karşısındakinin ne diyeceğini merak ediyordu.
| |
| | | Evangeline O'Riordan V. Kohort | Minerva Çocuğu
Mesaj Sayısı : 83 Drahmi : 53 Kayıt tarihi : 27/10/11
| Konu: Geri: Anıların içinde. Cuma Kas. 11, 2011 6:26 pm | |
| Keskin bir hançer misali derinden vurucu bakışlar, bu sefer hazan vakti dökülen yapraklara uymuş, hüzünlere boğulmuştu. On bir tane boş tahtın orta yerinde tüm heybeti ve iktidarıyla oturan o güçlü kadının gri gözleri fırtına bulutları kadar dağılmış vaziyetteydi. Savaşlar ve barışlara önderlik eden, bilgeliğe dokunan mızrağı, fani dünyada bıraktığı iki değerli kişinin talihsizliğine dokunamıyordu bile. Ruhu ve zekasıyla bir bütün olan adam, Charles O'Riordan, ardına bırakıldığı yalnızlığı kaldıramamış berbat bir vaziyetteyken, onu sadece görüyordu. Ve ikisinin ruhlarının beraberliği olan genç melez, gücü zekası kadar keskin kız, Evangeline, ölümle burun buruna kalmış, karanlıklara sürüklenirken, o sadece seyrediyordu. İlahi varlığı bir hayalden ibaretti adeta. Neredeydi güç ? Neredeydi adalet ? Bilgelik Tanrıçası olmak, değer verdiklerinin elinden yok olup gidişine müsaade etmek ve yaşadıkları trajedilerin karşısında sükunetini bozmamaksa eğer, bu asırlık varlığında yaptığı en güç şeydi.
Ardından görüntü değişti. Tanrıçanın sert mizacından ve şatafatlı on iki tahttan geriye sadece ölümün gölgesindeki bir melez kaldı. Buzlarla kaplı Moskova'nın ürkütücü ücra köşelerinden birinde, ruhu bedeninden ayrılmışçasına yerde yatıyordu. Kumral saçları bembeyaz karların üzerini narin ipekten bir örtü misali kaplamış, esmer tenini buz kesmiş ve daima parıldayan kahverengi gözleri aldığı ağır darbelerden kapanmıştı. Sadece bedenen değildi bu darbeler, ruhuna dokunmuştu birisi. Varlığının hatırlatılmadığı ruhuna.. Fakat geçtiği tüm karanlıklar ve üzerine bulaşan tüm pisliklere rağmen ışıldıyordu Evangeline. Tam o sırada, yanına kehribar rengi üzerine bronz çizgilerin bulunduğu ışıltılı gövdesi ve bakışları adeta dumana çeviren gri gözleriyle bir baykuş kondu. Gözlerini hareketsizce yatan meleze diken baykuş, adeta gri gözlerinin her bakışında attığı dumanlarla onu kutsuyordu. Sessiz kelimeler fısıldıyordu zihnine, her biri tane tane yankılanan sessiz sözler. ''Hayatla mücadeleni verdin, kızım. Aç artık gözlerini, hayat seninle mücadelesini versin !'' Baykuş usulca uzaklaşırken, kızın görüntüsü üzerinde uçtuğu evren kadar küçülüyordu. Fakat, yangınların ardından savrulan küller misali yeniden havaya uzandığını ve yattığı yerden kalktığı bariz belirgindi. Minerva kızı uyanmıştı, artık hayat çekilecekti ayaklarının altından. Hayat, bu kanı asil Roma kanı olan Tanrıça kızına izin verecekti...
''Sen Minerva çocuğusun, asıl mücadelen şimdi başlıyor. Yaşadığın talihsizlikler seni bilgeliğe eriştirdi. Zekanı gücünle harmanla, asaleti daima ruhunda tut ki, yıkılmayasın.'' Göz kapakları ona ağır gelirken, zihninde bu sözler yankılanıyordu. Yeni güne uyanmak hayli zordu o an için. Rüyasında, annesini görmüştü. İlahi bir göz misali Tanrıça Minerva'yı, küllerinden doğduğu anları görmüştü. Yanına o baykuşun geldiğini o güne dek bilmiyordu, hatırladıklarıysa sadece zihninde yankılanıp uyanışını başlatan o cümlelerdi. Rüyanın etkisini atlatmaya çalışırken, içindeki boşluğu hatırlamıştı. Babasının ne halde olduğunu bilmek şöyle dursun, yıllardır ruhunun derinliklerine inmeden, sadece strateji ve savaşla bir yaşamıştı. Annesi Tanrıça Minerva'yı ise ilk defa böyle görmüştü. Onu daima sert mizaçlı ve duygularından arınmış güçlü bir Tanrıça olarak bilmişti. Öylesine düşünceliydi ki.. Üzerinden yıllar geçen olaylar ve dindiremediği acıları hala zihnini zorluyordu. O an, içini kaplayan yalnızlığın haddi hesabı yoktu. Dört duvar üstüne gelerek dünyasını karartıyordu. Tam o sırada, kulübenin kapısının çalındığını duydu. Dört duvar arasından kaçmak için beklemedi. Etrafına bile bakmadan ani bir hareketle yataktan kalkıp, ruhunu daraltan odadan hışımla çıktı. Kapıyı açtığında, karşısında o an içten içe görmek istediği kişi duruyordu. Aşina olduğu masmavi bakışlar ve gizli samimiyetiyle kohortundaki en eski dostu Diana gelmişti. O kadar uzun yıllar olmuştu ki onu görmeyeli.. Lejyon yargıçlığı yapıyordu ve buradan uzun zaman önce ayrılmıştı. Ciddi görünümü ve mesafeli bakışlarının altında tanıdık dostluğunun yattığını adı gibi biliyordu Evangeline. Sessizce kapıyı kapatırken, Diana'ya doğru dönüp belki de uzun zamandır yapmadığı şeyi yaparak, gülümsedi. Anılar, dün kadar yakındı adeta. ''Yıllar ne kadar çabuk geçti, değil mi dostum ?'' Yüzünde beliren eskiden kalma çocuksu gülüşüne engel olamıyordu Evangeline.
Altı yıl önce.
Minik bedeni mümkünatı olmayan, korkunç acılar çekmişti. Masumiyeti asla görmeyen bu küçük kız, ev hayatı yaşamamış, daima bir yerlerden kaçmıştı. Son durağı Moskova, ona minicik kalbiyle aşkı göstermiş, aynı zamanda yalanı da tattırmıştı. Onun çocuksu duygularından faydalanmaya çalışan ve ruhuna dokunan adam, aklından çıkmıyordu. On iki yaşında, mantığını sefil kılan bir duyguya tutulmuş ve sonunu adeta hazırlamıştı. Zihnini o anlardan uzaklaştırmaya uğraşıyordu, bitmeliydi bu sancı. Bilgelik Tanrıçası Minerva'nın kızı olduğunu mümkün olandan da erken öğrenmiş, yeni yuvasına yerleşmişti. Az ötede, karşısında yeni hayatında tanıyacağı ilk kişi duruyordu. İstifini bozmadan, tereddütle ilk sözcükleri söyledi Evangeline. ''Merhaba. Senin de mi evin yoktu ?'' Ona merakla bakan iki çift mavi gözün karşısında o kadar çocukça bir soru sormuştu ki, bu ona bile fazlaydı. Fakat, içinden gelmişti. Çünkü içinden kaybolamıyordu o boşluklar. | |
| | | | Anıların içinde. | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|