Adı mı? Onu uzun süre önce unutmuştu. Bildiği tek şey insanların ona nasıl seslendiğiydi; ''Angelicon! Angelicon!'' Arenaya çıkmadan önce birbirlerine arkadaş diyen takım arkadaşlarına baktı. Aralarında şakalaşırlarken Galo her zamanki gibi neşeliydi. Marlo ise Galo'nun omzuna attığı yumruk sonucu yeniden yere düşmüştü. Hepsinin üzerine ince zırhlar ve çeşitli silahlar vardı. Onun hiç bu tür bir şeye ihtiyacı olmamıştı. Derisi ona yeterli korumayı sağlıyor, pençeleri ise en kalın zırhları kağıt keser gibi keserek içindeki deriyi parçalıyordu. Kapı açıldı ve boyunlarına takılmış olan koruyucu tasmaya bağlı olan zincirler çözüldü. Vücuduna yeniden güç dolduğunu hissetti. Sadece birer gölgeden ibaret olan kanatları sırtında yeniden belirmiş, gözleri insan gözlerinden tekrar kızıl görünüme bürümüş ve boynuzları yeniden uzamıştı. İşte, zaman gelmişti. Bu son savaşlarıydı. Eğer bunu da kazanırlarsa onları serbest bırakmaları gerekecekti. Başka hiçbir şansları yoktu.
Açık olan kapıdan geçip arenanın sıcak zeminine bir adım attı. Son bir kez göz gezdirdi bu yarı-modern arenada. Eski Roma tarzı inşa edilmiş bu arenada seyircilerle savaşanların bulunduğu kısmı ayıran görünmez bir kalkan vardı. Yeterli parayı verdiğinde aşağıdaki savaşçılara istediğin herhangi bir şey gönderebilirdin. Silah, enerji içeceği veya sadece bir bardak su. Bu senin ne istediğine bağlıydı. Galo aniden yanına omzuna vurdu. Sıradan bir insan olsaydı bu onu metrelere uçurabilirdi ama bu onu zorlamamıştı bile. ''Hey, Angel. Unutma, bu son savaşımız. Eğer bunu kazanırsak boynumuzdaki tasmaları çıkarıp bizi serbest bırakmak zorunda kalacaklar. Ha, bir de bu en zoru olacak. Ona göre hazırlıklı ol.'' Yüzünde en ufak bir ifade bile belirmeden Galo'nun yüzüne baktı. Galo gitmesi gerektiğini anladı ve arkasını dönüp kollarını yana açarak takımının yanına yürüdü. Sunucu her zamanki gibi uçan platformla yükselerek bütün arenayı inleten bir sesle konuşmaya başladı. ''Evet sevgili seyircilerimiz. İddiaya girerim bugün olacak çarpışma görülmüş en kanlı çarpışma olacak. İki yenilmez grup birbirlerine karşı savaşacaklar. Birinin başını durdurulamaz Angelicon, diğerininkini ise yokedici Demoner çekiyor...''
Sunucu konuşmasına devam ediyorken Angelicon onu dinlemeyi kesti. Kalan isimleri de birer birer abartarak sayacak ve seyirciyi coşturacaktı. Ama Demoner... Angelicon birinden çekiniyorsa o Demoner'di. Buraya ilk geldiğinde onun dövüşü vardı. Oldukça güçlü ve dayanıklıydı, belki de kendisinden fazla... En dayanıklılar olarak bilinen kaya derililerin o ünlü zırhlarını bir vuruşta delmiş ve kalbini sökerek çıkarmıştı. Adam yere yıkıldığında tek düşündüğü şey bu Demoner'in bir canavardan başka bir şey olmadığıydı. Takım arkadaşları da onun gibilerdi. Acımasız, duygusuz ve korkusuz. Oysa kendi takım arkadaşları oldukça sıcakkanlıydılar. Hemen birbirlerine ısınmışlar ve şakalaşmaya, sohbet etmeye başlamışlardı. Ama o bütün bunlardan uzak durmuş, onlarla olabildiğince az iletişim kurmuştu ki bunun için geçerli bir sebebi de vardı... O konuşamıyordu. Diğerleri uyurken o uyanık kalmış, konuşmaya çalışmıştı. Boğazından sadece anlamsız sesler çıkıyordu. Bu denemelerin sonucunda yeni bir şey de öğrenmişti gerçi. Uyumaya ihtiyacı yoktu. Karşılarındaki kapının açıldığını fark etti aniden. Önlerinde iri yarı bir adamın olduğu bir grup geliyordu. Bu... Demoner'in grubuydu.
Birbirlerine doğru yaklaştılar ve karşı karşıya durdular. O ve Demoner gruplarının önünde iki yıkılmaz heykel gibi duruyorlardı. Sunucu savaşı başlattığında bile hareket etmediler. Bu bir güç savaşından daha çok bir sabır savaşıydı. Tam o sırada aklına eski, bulanık bir anı geldi. Buraya ilk getirildiğinde normal bir insandan tek farkı fiziksel görünüşü olan biriyle tanışmıştı. Bu adamın sadece saçları dökülmüş ve elleri bir tür pençe şekline gelmişti. Oysa fiziksel güç olarak iri yapılı bir insandan hiçbir farkı yoktu. Onunla nasıl olduysa anlaşmayı başarmıştı konuşamadığı halde. Bir gün o ve grubu Demoner'in grubunun karşısına çıkmıştı. Her ne kadar ona yardım etmeyi istese de o bu dövüşü ancak parmaklıklar arkasından izleyebiliyordu. Arkadaşı Demoner'in karşısına çıktığında elinde sadece eski model bir samuray kılıcı taşıyordu. Her ne kadar hiçbir şansı olmasa da Demoner ile cesurca savaşmıştı. Yine de kılıcı onun kolları karşısında birer bıçaktan farksızdı. Her darbesinde geri sekiyordu ve sonunda korktuğu başına geldi. Demoner kılıcı tutup tek seferde hiç zorlanmadan kırdı. Silahsız kaldığı için kendini savunamamıştı arkadaşı. Angelicon tüm gücüyle parmaklıklara asılmış, halen nasıl yaptığını anlayamadığı halde onları bükerek savaş alanına atlamıştı. Gölge kanatlarını açıp son hızla Demoner'e doğru uçmuştu. Tam onu gırtlağından yakalayacak, boynunu çalı kırar gibi kıracaktı ki kendi boynunda inanılmaz bir acı hissetti. Gardiyanlar boynunda bulunan tasmayı çalıştırmıştı. Kanatları bir anda kapandı, vücudundaki tüm güç çekildi ve kendini arenanın zemininde buldu. Demoner ona bakmadan gülerek arkadaşının kafasını vücudundan kopardı. Hayır! diye bağırmak istemesine rağmen bağıramadı. Boğazından sadece hırıltılar çıkmıştı. Verilen şok yüzünden gözleri kapanırken Demoner onun arkadaşının kafası koparılmış cesedini bir kenara attı ve çıkışa doğru yürümeye başladı...
Bu anı yüzünden bir andan kendini tutamayarak Demoner'e saldırdı. O ise bunu bekliyormuş gibi gülümsedi ve hemen ardından onu kolundan tutarak tepedeki güvenlik alanına doğru fırlattı. Güvenlik alanına girdiğinde boynundaki tasma otomatikman devreye girdi. Son anda kendini aşağıya doğru çevirdi ve güvenlik alanından çıkmayı başardı. Her ne kadar arenaya ayakları üzerinde inmiş olsa da daha fazla dayanamayarak yere yığıldı. Gözleri açıktı ve yaşıyordu ancak kendinde ayakta duracak güç hissetmiyordu. Arkadaşları Demoner'in takım arkadaşları karşısında o olmadığında hiçbir şansa sahip değillerdi. Hepsi birer birer etkisiz hale getirildi. Demoner ona doğru yürüyerek başından onu tutarak havaya kaldırdı. ''Bu mu sizin Angelicon'unuz? Bu hiçbir şeymiş. Zeki olduğunuzda yenmesi oldukça kolay bir rakip!'' Bütün arena sessizliğe bürünmüştü. Onu kafasının arkasından kavrayarak yüzünü arkadaşlarının bulunduğu yöne çevirdi. ''İzle Angelicon, izle. Takım arkadaşlarının da en son öldürdüğüm arkadaşın gibi ölmesini izle.'' Bu sırada bir şey fark etti. Düştüğünde tasma az da olsa hasar görmüş, devreden çıkmıştı. Yani hızlı davranırsa bir seferde tasmayı kırabilirdi. Yine de doğru zamanı beklemeliydi. Demoner arkadaşlarını öldürmeleri için kendi takımına emir verdi.
Bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı. Elleriyle tasmasına asılıp kırdığında Demoner bile o kadar şaşırmıştı ki sıkıca tuttuğu kafasını gevşetmişti. Bir anda Demoner'in karnına doğru tekme savurdu. Tekmenin sertliğinden Demoner karşı duvara doğru uçup vücudunun izini duvarda çıkardı. Angelicon birden içinde inanılmaz büyüklükte bir güç hissetti. Hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Kanatları açılarak arenanın tüm duvarını kapsadı ve Demoner'i olduğu yere sabitledi. Güç alanının üstü de kapatıldığında dışarıdan içerisini bir tür duman alanı kapıyordu ve bundan içerisini görmek imkansızdı. O kanatlarının eskiden sadece uçmasına yardımcı olduklarını sanıyordu. Ama şimdi anlamıştı. Havadaki molekülleri istediği biçimde düzenliyor, onları bir tür silah gibi kullanabiliyordu. Bunlar bir tür kanat değillerdi, bunlar silahlardı. Parmağını kaldırmasıyla birlikte karanlık duman Demoner'in takım arkadaşlarının etrafını sararak havaya kaldırdı. Odaklanarak elini havaya doğru açtı ve bir yumruk haline getirdi. Demoner'in tüm takım arkadaşlarının etrafı karanlık dumanla kaplandı. Yumruğunu sıktığında elinin içinde bir şeylerin ezildiğini hissetti ama umursamadı. Arkadaşlarının tasmalarını da kırdıktan sonra elini açarak dumanı dağıttı. Arenanın kumları tekrar göründüğünde ayakta duran sadece Angelicon ve arkadaşlarıydı. Demoner sırtını duvara dayamış bir şekilde duruyor, hızlı hızlı nefes alıyordu. Angelicon Demoner'in yanına doğru yürüdü. Başını bir sağa, bir de sola doğru sallayarak arkasını döndü ve yürümeye başladı. Yarattığı duman yüzünden güç alanı bozulmuştu. Sunucuya doğru yürüyerek şu iki kelimeyi söyledi: ''Biz, gidiyoruz!''