Lidia N. Smolák Hermes Çocuğu | Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 42 Drahmi : 44 Kayıt tarihi : 27/10/11
| Konu: Minik adım. C.tesi Ekim 29, 2011 4:19 pm | |
| On yıl önce. Deliler gibi ağlıyordu minik kız. Henüz şoku atlatamamıştı, tepine tepine bağırınıyordu arabanın içinde. Yanında bir tane tane kız vardı, kız onunla aynı yaşlarda gözükmesine rağmen ağlamıyordu. Tepkisiz bir biçimde Lidia'ya bakıyordu. Lidia da onun bu soğukkanlılığına şaşırırcasına, onun yerine de ağlarcasına bağırınıyordu. Yanında oturan keçi adam onu susturmak için elindeki tek çikolatayı kızla paylaşmayı kabul bile etmişti fakat Lidia kimseyi dinlemeden bağırmayı sürdürüyordu. Her ne kadar annesi onunla hiçbir zaman ilgilenmediyse de, hayatı boyunca bakıcısının elinde büyüdüyse de o evinden ayrılmak istemiyordu. Bir kere bunun için çok küçüktü. Zaten sorunluydu ve sorunluların okuluna gidiyordu. Sırf bu okula gitmek için başında bir bakıcıyla beraber Amerika'da apartman dairesine gönderilmişti. Annesinin Lidia'nın burada olduğundan haberi bile yoktu muhtemelen. Zaten her şey annesinin suçuydu. Gidip kalbini bir Tanrı'ya kaptırmıştı. Henüz Lidia babasının kim olduğunu bilmese de, bir Tanrı olduğunu biliyordu. Bir süre daha ağlamaya devam etti fakat arabadakilerin artık onu takmadığını fark ettiği zaman sakinleşti. Derin bir nefes vererek iç çekti ve pencereden dışarıya bakmaya başladı. Amerika'ya geleli iki yıl olmuştu, mükemmel olmasa da yaşanası bir hayatı vardı. Henüz sekiz yaşında olmasına rağmen, annesinin de etkisiyle psikolojik sorunları oluşmuştu. Tüm Polonya'yı güldürmeyi başarmış bu kadın, kızının yüzünü bir an olsun güldürmeyi becerememişti. Şimdi kızı annesinin yanından ayrılırken yine ağlıyordu, kader belki de hiçbir zaman bu minik kızın gülmesini istemiyordu. Birkaç gün önce gönderdiği bir oyuncak bebekle sahte sevgisini göstermeye çalışmıştı, üzerinde özlem belirten bir notla. Zavallı Lidia buna çok sevinmişti, şimdi de o bebeği elinde bakarak haline acıyordu. Satire döndü mavi gözlerini büyüterek.
"Babamı görebilecek miyim peki?"
Satir kızın sarı saçlarını okşamaya başladı ve başını evet anlamında salladı. Oysa melezlerin tanrı ebeveynleriyle karşılaşmaları şanslı bir durumdu. Kampta onuncu yılına giren bir Hades çocuğu, henüz babasını görmemişti. Henüz Lidia'nın babasının kim olduğu belli değildi. Ancak babası kamp müdürü olursa her gün babasını görmesi mümkündü. Derin bir iç çekerek gülümseye başladı. Belki bu yaşamı eskisinden daha iyi olurdu. Okula başladığı zaman arkadaşlarına babasının bir Tanrı olduğunu söyleyerek hava atabilirdi. Bu Polonyalı bir komedyen anneye sahip olmaktan bile daha havalı olurdu. Öğretmenlerin ona karşı ilgisi artardı. Hem ona hiç ilgi göstermeyen bir anneye sahip olmaktansa bunu tercih edebileceğini düşündü. Ağlamayı kesti ve gülümsemeye başladı aptalca. Başını pencereye yasladı ve hayal alemine daldı. Babasının kim olduğunu henüz bilmese de Zeus olduğunu hayal etti. Annesi komedyenliğin yanı sıra mitoloji araştırmaları yapıyordu. Belki hatta sırf bu yüzden bir meleze sahip olmuştu. Geleceği görebildiğini iddia ediyordu. Çevresindekiler ona sıyırmış gözüyle bakıyordu, ama o komedyen olduğundan dolayı bu durumu atlatmaları çabuk oluyordu. Geleceği görebildiğinden, esprileri yapması da kolaylaşıyordu. Yine de kızına daha az vakit ayırdığı gerçeği vardı. Birden araba durdu, bir ağacın önünde. Minik boylu satir topallaya topallaya arabadan indi, ardından kızın yanında oturan diğer kız. Kahverengi saçlı kızın elini tuttu, beraber ilerlemeye başladılar. İlk defa tanımadığı birinin elini tutuyordu Lidia. Ama bu onun kendisini güvende hissetmesini sağlamıştı. Kıza gülümsedi, bir elinde oyuncak bebeği diğer elinde ilerlemeye başladı. Tam karşılarında bir tabela duruyordu ve güleryüzle onlara bakan kızıl bukleli bir kız.
"Melez kampı'na hoş geldiniz, izin verirseniz sizi gezdireyim."
Zümrüt yeşili gözlü bu kıza karşı kanı kaynamıştı hemen Lidia'nın bebeğini yere bıraktı, bu onun hayatında bir dönüm noktasıydı. Kendisinden biraz daha büyük, yaklaşık on iki yaşlarında görünen bu kızın elini ve ilk arkadaşının elini tuttu. Daha adlarını bile bilmediği insanlara alışıvermişti hemencecik. Birden yeşil gözlü kız durdu. Yanındaki kahverengi saçlı kız da, aynı zaman da satir. Hepsi birden kızın kafasının tepesine bakıyordu. Lidia gözlerini alnına dikti, kendisinde acayip olan bir şey mi vardı? Neler olduğunu sormaya yeltendi, inanılmaz derecede korkmuştu. Çığlık atmaya başladı, o sırada satir kıza gülümsemeye başladı. Kızıl saçlının ve satirin ağzından aynı anda aynı kelimeler çıktı, "Hermes." Kızıl saçlı kız gülümsedi ve Lidia'nın elinden daha sıkı bir şekilde tutmaya başladı. Kahverengi kızın elini bırakmasını istedi Lidia'dan. Lidia önce yanaşmasa da sonra kendini kızıl saçlıya teslim etti. Beraber bir süre yürüdüler, bu süre zarfında Lidia yaklaşık on on beş tane kulübe benzeri yapı gördü. Bir kulübenin önünde durdular, kızıl saçlı kız kapıyı çaldı. Kapıyı yüzünde palyaço makyajlı bir çocuk açınca Lidia kıkırdamaya başladı. Sarı saçlarını artistik bir hareketle açan çocuk kızıl saçlı kıza sorarcasına bakmaya başladı.
"Lucas, biliyorsun değil mi az sonra Büyük Ev'de toplanacağız? Yüzündeki makyajı silmen gerekiyor. Ve bu da... Yeni kardeşin, hehe. Adı Lidia. New York'tan geliyor ama aslen Polonyalı."
"Hadi oradan Olive, Hermes Kulübesi'ne Hermes çocuğu olarak biri mi geldi? Lan gelin, minik kardeşimize hoş geldin diyelim."
Lidia neler olup bittiğini anlayamıyordu. Fakat adının Lucas olduğunu söyleyen iri çocuk, muhtemelen on yedi yaşlarında, Lidia'yı kucaklamıştı bile. Kapıyı kapattı ve Lidia'yı bir koltuğa oturttu. Birden karşısına on beş kadar insan dizildi, Lidia'nın yüzünde garip bir gülümseme vardı. Burayı sevebileceğine inanmaya başlamıştı.
| |
|